17 Şubat 2009 Salı

SİZ İZMİR'LİSİNİZ

Eğer Kordon dendiğinde aklınıza ütü kordonu dışında bir yer ismi geliyorsa
Eğer Alsancak'ta hayatınızda birkere bile piyasa yaptıysanız
Körfez kokusu nedir biliyorsanız
Hilton’un yapıldığı tarihi hatırlayabiliyorsanız
Fame city'de deliler gibi eğlenip (yaşınıza bakmadan) çıktığınızda "vay be bizim de bir gökdelenimiz var" dediyseniz
"TAM 35" ve "35 BUÇUK "kavramları size birşey ifade ediyorsa
"Gevrek","çiğdem", "domat", "nohut" gibi kavramları kullanıyorsanız
"Boyoz" kelimesi size bir şeyler hatırlatıyorsa
Arapsaçı, turp otu, dalagan, istifno, ebegömeci, denizbörülcesi nedir biliyorsanız
Konuşurken arada bir diliniz istemeseniz de "Geliyom, gidiyom, gelcem, yapçan, etçen" şeklinde sürçebiliyorsa
Gördüğünüz her gökdeleni Hilton'la kıyaslıyorsanız
Churchill'de çay içtim dediyseniz
Elinizde Hasan Tahsin anıtının yada Atatürk anıtının yanındayken çekilmiş bir fotoğraf varsa
Karşıyaka denince aklınıza güzel kızlar geliyorsa
Bir kerecik dahi Kıbrıs Şehitleri'nde sevgilinizle el ele dolaştıysanız
Park sorunu, trafik sorunu, kara kış ne demektir bilmiyorsanız
Kar görmek için Sabuncubeli'ne yada Manisa Spil'e gittiyseniz
Zeybek havası duyduğunuzda içiniz cız edip kalkıp oynayasınız geliyorsa
Kalbim Ege'de Kaldı şarkısını kendinizle özdeşleştirebiliyorsanız
"Ağustos Sıcağı" kavramından nefret ediyorsanız
9 Eylül size Üniversite dışında şeyler de hatırlatıyorsa
"Kumru"nun aslında bir kuş olmadığını, çok ta lezzetli olduğunu düşünüyorsanız
Hıdrellez denince sokaklarda yakılan ateşler aklınıza geliyorsa
Behçet Uz'un kim olduğunu biliyorsanız
Atilla İlhan, Can Yücel, Sezen Aksu isimlerini duyduğunuzda şöyle bir kabarıyorsanız
Sokaklarda türbanlı insanları görmeye alışık değilseniz
Şimdiye kadar kaç kişinin "körfezi temizleyeceğim" dediğini hatırlayabiliyorsanız
Şimdiye kadar bir kere bile olsa sevinç'in önünde buluştuysanız veya Sevinç'te "kup" yediyseniz
Üniversite denince aklınıza iki tane , özel okul (kolej) denince de sayılı isim geliyorsa
Sıcakkanlıysanız
Paraşüt kulesinden atladıysanız yada atlayan tanıdıklarınız varsa
Fuar 'daki gölde kuğulara bindiyseniz
Her sene Ağustos'un sonunda fuara giderek "birkaç ünlü görsek bari "diyorsanız
Hiçbir zaman bir yere geç kalma korkusu yaşamadıysanız
İnsanlar size sanki birer düşman gibi bakmıyorsa

SİZ İZMİR'LİSİNİZ

İZMİR'İN İLÇELERİ

Aliağa
İzmir'in 60 km. kuzeyindeki Aliağa, İzmir ve Bergama uygarlıklarından izler taşimaktadır. Ege kıyılarında sayıları 30'u aşan Aiol kentleri arasinda en büyük ve önemlilerini oluşturan 12 kentten 4'ü Aigaia, Kyme, Myrna ve Gryneion ilçe sınırları içerisinde bulunmaktadır.

Dikili
İzmir'in kuzeyinde 120 km. uzaklıktadır. Yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çeken şirin bir ilçedir. Hem tarihi hem de olağanüstü güzellikleri olan turistik Çandarlı beldesi Dikili'ye bağlıdır. Doğal güzellikleri arasında Merdivenli Köyünde bir krater gölü, Demirtaş ve Deliktaş Köylerinde de çamlık ve tarihi mağaralar bulunmaktadır. Dikili ilçesi ılıcaları ile de oldukça ünlüdür. Nebiler, Bademli ve Kocaoba köylerinde sıcak su ılıcaları vardır. İlçede karayolunun dışında deniz ulaşımında da Dikili Limani, üç yolcu gemisinin yanaşabileceği kapasiteyle hizmet vermektedir.

Seferihisar
Yerleşim tarihi M.Ö. 1000 yıllarına uzanan ilçenin Sığacık mevkiinde Teos antik kenti, Doğanbey-Gerenalanı mevkiinde Karaköse Harabeleri, Sığacık'ta Osmanlılar tarafından inşa edilen kale ile kale içerisindeki eski yerleşim alanı, ilçe merkezinde Selçuklu ve Osmanli Dönemi'ne ait anitsal yapılar, yörenin arkeolojik ve tarihi kaynak potansiyelini oluşturmaktadır. Seferihisar 27 km.lik sahil şeridi ile güzel plajlara ve koylara sahiptir.

Menderes
Satsumasıyla, güzel koylarıyla, tarihi degerleriyle dikkat çeken Menderes ilçesinin İzmir'e uzaklığı 20 km'dir. İlçenin batısında Ürkmez mevkiinde Lebedos Antik Kenti bulunmaktadır. Menderes-Selçuk yolu üzerinde birbirine yakın konumda yer alan Kolophon, Klaros, Notion ve Lebedos Antik Kentlerine ait kalıntılar, ilçenin önemli arkeolojik kaynaklarını oluşturmaktadır. Gümüldür beldesi dünyaca ünlü mandalina türü olan satsumanın yetiştirici bölgesidir. Özdere, Ege'deki dokuz büyük turistik bölgeden biri olup temiz denizi ve sahilinin yanı sıra amatör balıkçıların avlanabildiği turistik bir beldedir. Menderes'in Görece Köyü'nde de halkın evlerde imal ettigi değişik renk ve biçimdeki boncuklar yerli ve yabancı turistin oldukça dikkatini çekmektedir.

Karaburun
Karaburun, Urla Yarımadasi'nin kuzeyinde kurulmuştur. İzmir Körfezi boyunca kuzey ve batı kıyıları güzel koylarıyla bir şerit halinde uzanır. İlçenin yerleşimi taş devrine kadar uzanır. Çakmaktepe mevkiinde yapılan kazılarda elde edilen buluntulardan Hititler Dönemi'nde buranın ileri bir kültür merkezi olduğu, daha sonra yöreye egemen olan Aiol, Lidya. Helen ve Roma uygarlıkları döneminde kültür ve ticaret merkezi olarak geliştiği bilinmektedir.

Urla
Ege Bölgesi'nin tüm özelliklerini taşıyan Urla, İzmir'in batısında 38 km. uzaklıkta kendi adını taşıyan yarımadanın orta kısmında yer alır. Urla tarih boyunca bir kültür merkezi olmuştur. Yapılan kazılarda ele geçen eserler arasında Hititlere ait Gaga ağızlı sürahi çıkarılmıştır. Limantepe Höyügü kazılarında ele geçen buluntulara göre Klazomenai Limaninin dünyanin en eski ve düzenli limanı oldugu ortaya çıkmıstır. Klazomenai'de bulunan eserler Louvre Müzesi ve Atina Milli Müzesi ile İzmir Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir.

Torbalı
İzmir'in 45 km. doğusunda yer alan Torbalı'nin ilk yerleşim alanı, Torbalı Ovası'nın batısında Yeniköy ile Özbey köyleri arasında bir tepe üzerinde kurulan Metropolis Antik kentidir. Bir Ion kenti olan Metropolis Roma ve Bizans dönemlerinde önemini korumuş, daha sonra terk edilmiştir. Şaraplari ile ünlü kent aynı zamanda bir piskoposluk merkeziydi. Ovaya hakim bir konumda olan Geç Helenistik Dönem'e ait tiyatroda Roma İmparotoru Augustus ve evlatlığı Germanikus'a adanan üç mermer sunak bulunmaktadır. Kazılarda bulunan eserler İzmir ve Efes Müzelerinde sergilenmektedir.

Ödemiş
İzmir'in 113 km. doğusunda yer alan Ödemiş'in kuzeyinde bulunan Hypaiapa Antik Kent kalıntıları yörenin yerleşim tarihinin ilk çağlara uzandığını göstermektedir. Ödemiş yöresinin tarihsel önemi Birgi'nin Aydınogulları döneminde başkent olmasiyla başlamıştır. Birgi'de büyük ölçüde özgünlüğünü koruyan kent dokusunda Selçuklu ve Osmanlı mimarisinin seçkin örnekleri, 18. ve 19. yüzyıl sivil mimarlik yapılarının oluşturduğu kültürel birikim ve mimari çevre zenginliği ile doğal çevre güzellikleri yörede çok önemli düzeyde turizm potansiyeli yaratmaktadır. "Dünya Kültür Mirası" listesine giren Birgi, 1994 yılında inanç turizmi kapsamına alınmıştır. Çakırağa Konağı, İmam-ı Birgivi Medresesi, Sultan Şah Türbesi görülmeye deger eserlerdendir.

Tire
İzmir'in büyük ilçelerinden biri olan Tire, şehir merkezine 82 km uzaklıktadır. Aydın Dağlarının kuzey eteklerinde kurulmuştur. Hitit, Frig, Lidya, Pers, Helen, Roma ve Bizans dönemlerini yaşayan Tire zengin bir kültür mirasına sahiptir. Beylikler ve Osmanlı döneminde ekonomik açıdan büyük gelişme sağlanmış ve mimarlık tarihi açısından da zengin örnekler ortaya çıkmıştır.

Kemalpaşa
İzmir'in 29 km doğusunda yer alan Kemalpaşa'nın tarihi geçmişi I.Ö. 1300'lere dayanmaktadır. Akadlar ve Hititlerden başlayarak Selçuklu ve Osmanlı dönemine kadar birçok medeniyete sahne olan Kemalpaşa, Helen, Roma ve Bizans dönemlerinde Sart ve Ion kentleri arasında kervan yollarının uğrak yeri olmuştur. Antik adı Nymphaion olarak bilinen günümüz Kemalpaşa ilçesi, Nif dağı eteklerinde 200 m yükseklikte kurulmuştur. Ege Bölgesi'nde Hititlerden kalan tek örneği olan Karabel Kabartması ilçe sınırları içerisindedir. Kemalpaşa, dünyaca ünlü kirazi ve çam ormanlarıyla tanınır.

Selçuk
Selçuk, Ege Bölgesinin batısında, İzmir-Aydın karayolunun 73.km yer almaktadır. Denize ve pırıl pırıl kumsala sahip Pamucak plajına uzaklığı 9 km’dir.

Selçuk Tarihçe
Antik Çağ yazarlarına göre Efes, Smyrna gibi M.Ö. 3000 yıllarında kurulmuştur. Ancak, Smyrna kurulduğunda, Efes o dönemin önemli liman kentleri arasındadır. Dor istilası üzerine Ege kıyılarına yerleşen İonlar Efes'e yerleşmişler, daha sonra Lidya egemenliği döneminde şehirlerini geliştirmişlerdir. İon, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı uygarlıklarının izleri bugün halen görülebilmektedir. Efesliler Roma dönemindeki depremle yerle bir olan şehirlerini Tiberius zamanında yeniden imar etmişlerdir. Ancak bu defa Helenistik bir yapı stili yerine tüm Efes, Roma karakteri yapılarla dolmuştur.

Siyasi ve ticari önemi giderek artan Efes'e Meryem Ana'nın da gelmesi ve St. Jean'ın burada yaşaması Efes'i aynı zamanda önemli dini bir merkez durumuna getirmiştir. Daha sonraları Sart ile Susayı bağlayan deniz yolu üzerindeki işlek limanların zamanla dolması üzerine, artık yaşanmaz hale dönüşen şehri Bizans İmparatorluğu Justinyen' in (527-565) Ayasuluk Tepesinde yaptırdığı St. Jean bazilikası etrafına yerleşmek suretiyle terk etmişlerdir. 1090 yılında şehir Türklerin eline geçmiştir. Böylece şehir tarih boyunca farklı istilalar yada depremler nedeniyle tam beş kez yeniden kurulmuştur.

Selçuk'a Ulaşım
Karayolu: Otobüs Terminali ilçe merkezindedir. Türkiye'nin hemen her yerine düzenli otobüs seferleri vardır. İzmir'e her yarım saatte bir otobüs ve minibüs seferleri vardır Burası merkez olmak üzere Pamukkale (Hierapolis), Milet, Priene ve Didim'e günübirlik gidip gelmek de mümkündür. Efes Harabelerine, Selçuk-Kuşadası ve Selçuk-Pamucak minibüsleriyle veya taksi ile, Meryemana Kilisesine sadece taksi ile gidilebilir.
Demiryolu: Tren İstasyonu, Cengiz Topel Caddesindedir.
Selçuk Tren İstasyonu Tel: +90232 892 60 06
Havayolu: Küçük uçaklar için Efes Antik Kentinin yanına havaalanı bulunmaktadır.
Efes Havaalanı Tel: +90232 892 64 47
İzmir'in kuzeyinde 100 km uzaklıkta, Bakırçay Havzasında yer alan ve ülkemiz uygarlık tarihinin en eski yerleşmelerinden biri olan Bergama, tarih öncesi dönemlerden başlayarak İon, Roma ve Bizans uygarlıkları ile devam eden dönemde, Dünya çapında önemi olan arkeolojik eserlere sahip olmuştur. Bergama'nın güneybatısında Antik Dönemin önemli sağlık merkezlerinden Asklepion, ilk yerleşim alanı olan 300 m. yüksekliğinde dik bir tepe üzerinde kurulan Akropol ve M.S. 2. yüzyıla tarihlenen Serapis Tapınağı (Kızıl Avlu) yörenin turistik cazibesini oluşturmaktadır. Zeus Sunağı 1897 yılında Almanya'ya kaçırılmıştır.
BERGAMA
Bergama güzellik ılıcalarıyla, meşhur Kozak yaylasıyla, plajlarıyla ünlü Ayvalık ilçesi bağlantısıyla, gelişmiş dokumacılığı ve kilimciliğiyle ünlü bir ilçedir.

Bergama'nın Tarihçesi
Bugünkü adı antik dönemdeki ismi olan Pergomon'dan gelmektedir. İlk çağda muhteşem abideleriyle büyük bir şehir ve aynı adı taşıyan krallığın merkezi olmasının yanı sıra Ortaçağın önemli stratejik mevkii, Karesioğullarının merkezi ve son olarak Osmanlı İmparatorluğunun önemli merkezlerindendir.

Kesin kuruluş tarihi bilinmeyen kentte yapılan arkeolojik kazılardan elde edilen bilgilere göre M.Ö.7. yüzyıllarda sur duvarlarının inşa edildiği saptanmış olup, bu yıllarda kentleşmenin başladığı anlaşılmaktadır. Bergama, Pers, Büyük İskender, Frigya, Trakya Krallığı, Selevkos Krallığı, Roma ve Bizans dönemlerini görmüştür.

1302 yılında Bizans hakimiyeti ortadan kalkan şehirde Karesioğulları Beyliği idareyi ele almış, 1341 yılından hemen sonra ise Bergama Osmanlılar tarafından alınmıştır.

ÇEŞME
Çeşme, şifalı sıcak suları, olağanüstü sayılabilecek kalitede kumun, güneşin ve berraklığın kucaklaştığı şirin bir tatil beldesidir. Çeşme İzmir'in 94 km. batısında, kendi adını taşıyan yarımadanın en ucunda kurulmuştur. Gemiciler tarafından küçük liman diye adlandırılmıştır. Zamanla çoğalan ve buz gibi suların aktığı çeşmelerinden dolayı da yöreye Çeşme denilmiştir. 15 km. kuzeyindeki İon kenti Erythrai'nin limanı olan Çeşme'nin doğusunda, Kalemburnunda İ.Ö.1000 yıllarında küçük bir yerleşim alanı olduğu bilinmektedir. Çeşme-Ildırı köyünde ortaya çıkarılan Erythrai Antik Kenti ile Çeşme kentinde Osmanlı Döneminden kalan Kale, Kervansaray, çok sayıda çeşme ve tarihi kent dokusundaki sivil mimarlık örnekleri yörenin arkeolojik ve tarihi kaynaklarını oluşturan yapıtlardır.
Şehrin ortasındaki tepe bugün kalıntıları görülen Akropolde yapılan kazılarda Athena Pallas tapınağına adak olarak sunulmuş heykelcikler bulunmuştur. Buluntular içinde en önemlisi, Arkaik devirden kalma bir kadın heykeli İzmir Arkeoloji müzesinde sergilenmektedir. Her yıl Temmuz ayında uluslar arası şarkı festivali düzenlenir.

Çeşme'nin Tarihçesi
İlk çağda Cyssus adıyla bilinen Çeşme, Anadolu'nun Batı kıyısında MÖ.1000 yıllarında tahmin edilen 12 İon kentinden biri olan Erythrai (Eritre)'nin Ildırı İskelesiydi. Erythrai, M.Ö. 6. yüzyılda oldukça geniş ve önemli bir yerleşim merkezi durumundaydı. Son derece koruyucu bir limana sahip olan Erythrai Mısır, Kıbrıs ve batı ülkeleri ile ilişki kurmuş ve ticaretini geliştirmiştir..

Lidya ve Pers egemenliğinden sonra Roma ve Bizans hakimiyetinde kalmıştır. Çeşme, Selçuklu, Osmanlı, Aydınoğulları ve tekrar Osmanlı Dönemlerini sırasıyla yaşamıştır.

Çeşme'ye Ulaşım
Karayolu: İzmir'e 77 Km'lik dar bir asfalt, 80 Km'lik otoyol olmak üzere iki yolla bağlanan Çeşme'nin ulaşım merkezi İzmir`dir. Kara, hava ve deniz yoluyla gelen turistler önce İzmir`e Çeşme ve Ildırı`ya çalışan otobüslerle turizm mevsiminin en kalabalık günlerinde dahi ihtiyacı rahatlıkla karşılar. Çeşme ilçe merkezi, otobüs ve minibüslerin son durağıdır. Çiftlik, Dalyan, Alaçatı, Reisdere, Ovacık ve diğer plajlara minibüs ile belediye otobüsleri çalışmaktadır.
Çeşme Otogar Tel: +90232 712 64 99
Denizyolu: Çeşme-Sakız Adası arasında feribot seferleri düzenlenmektedir. Yunanistan`dan Çeşme'ye deniz yoluyla giriş yapan turistler Sakız Adası (Chios) Çeşme arasında çalışan Türk ve Yunan feribotlarıyla taşınır. Ada ile Çeşme arası bir saattir. Ayrıca Türkiye'den çıkış yapacak turistler Çeşme'den İtalya'nın Bari, Brindisi Limanlarına yolcu taşımacılığı mevcuttur. İzmir-Çeşme-Kuşadası-Yunanistan ve İtalya seferi yapan feribotlar da limana uğramaktadırlar.
Çeşme Liman Tel: +90232 712 60 05
FOÇA
İzmir'in 70 km. kuzeybatısında kalan Foça, İon'ların Ege sahillerinde kurdukları 12 İon kenti arasında en önemli merkezlerden biridir. Foça, tarihi ve arkeolojik öneminin yanı sıra, Homeros destanında adı geçen mitolojik bir yerleşmedir.
Horoz ve Fok Balığı olmak üzere iki sembolü olan Foça mitolojik, arkeolojik, tarihi, doğa ve kentsel sitin bir arada olduğu özgün bir ilçedir. Siren Kayalıkları, Şeytan Hamamı, Taş Ev (Anıt Mezar), Beş Kapılar (Ceneviz) Kalesi, Osmanlı dönemine ait Dış Kale, Fatih Camii, Kayalar Camii, Hafız Süleyman Camii ve Osmanlı Mezarlığı ile Ege mimarisinin özelliklerini taşıyan sivil mimari yapıları, Foça'nın çevre değerlerini zenginleştiren unsurlardır.

Foça'nın Tarihçesi
Yunanistan'daki Dor istilasından kaçarak Ege sahillerine çıkan ve burada Smyrna dahil bir çok yerleşim yeri kuran İonların kurdukları önemli merkezlerden biri de Foça'dır. Antik Foça kenti 12 İon birliğine dahil olup, Aiolis bölgesinde yer alır. Antik kent Phokaia adını 'fok' lardan alan Foça, döneminde önemli bir liman ve deniz gücüne sahipti . Foça elindeki deniz filosu ile, Korsika'da Alain, Pastum yanındaki Velia, Marsilya ve İspanya'nın doğu kıyılarında yer alan kentlerde koloniler kurmuştur. Foça, Pers, Büyük İskender, Cenevizliler, Osmanlı dönemlerini yaşamıştır.

İ.Ö.7.yüzyıldan başlayarak hızlı bir yükselme dönemine giren Phokaia kenti, 'Tarihin Babası' Heredot'a göre denizcilikte büyük gelişme göstermiştir. 50 kürekli ve 500 yolcu taşıma gücünde, hızlı tekneler kullanan Phokaialılar, uzun deniz yolculuğuna çıkan ilk Helenlerdir. Adriyatik Etruria, İberia ve Tartessos'u Helen dünyasına tanıtmışlardır.

KEMERALTI'NDA İZMİR HANLARI


Tarihi çarşımız Kemeraltı'nda ve eski Türk mahallerinde bir çok eski han, kervarsaray ve hamam bulunmaktadır. Kızlar Ağası ve Çakaloğlu hanları bunlar içinde ayakta kalabilmiş simge hanlardır.
Kızlar Ağası Hanı:
Kızlar Ağası Hanı, Kemeraltı'nda Halim Ağa Çarşısı'ndan Hisar önüne giden yol üzerinde, arka duvarı Hisad Camii avlusuna, bir yanı ise Bakır Bedesteni'ne bitişik konumdadır. Kapı üzerindeki kitabeye göre 1157(1741) yılında 1.Mahmud'un Kızlar Ağası Hacı Başir Ağa tarafından yaptırılmıştır. Bazı yazarlar, kitabedeki açık ifadeye karşın hanın inşa tarihini 1779 olarak belirmektedir. 1768'de İzmir'e gelmiş olan B.de Riedesel'in bu handan büyük övgü ile söz ettiği ayrıca, Hacı Beşir Ağa 1746'da ölmüş olduğu için 1779 yılı olsa olsa 1778 depreminden sonra hanın onarılma tarihi olabilir. Bu han, Hacı Beşir Ağa'nın diye hayır eserlerini yaşatmak için vakfettiği binalardan biridir. İzmir'deki eski kargir hanlar genellikle kare ya da dikdörtgen açık bir avlu etrafında, tek ya da iki katlı olarak inşa edilmişti. Bunlardan bazılarında hem avluya, hem oe sokağa bakan dükkanlar bulunmakta idi. Kızlar Ağası Hanı da bu hanların ayakta kalmış en önemli örneğidir. Kızlar Ağası Hanı iki katlı ve dört kapılıdır. Avlusunun ortasında bulunan mescid bugün dini özelliğini yitirmiş, alt katı kahve, üstü ise halı ve kilim satan bir mağaza olarak kullanılmaktadır. Kızlar Ağası Hanı 1989 yılında restorasyon amacıyla yeniden inşa edilmek için kullanım dışı bırakılmıştır.Günümüzde restore edilmiş hayaliyle hizmet vermektedir.
Çakaloğlu Hanı
Yine 18.Yüzyıl Osmanlı dönemi eserlerinden biri olan Çakaloğlu Hanı İzmir'in önemli tarihi eserleri arasında yer alır. Han, uzun dikdörtgen planlıdır ve üstü tonozla kapalı bir çarşı şeklindedir.Başka sokağa açılan yuvarlak kemerli büyük bir demir kapısı bulunur. Kapının üstünde kitabe yeri gibi bir boşluk vardır. Aynı boşluk diğer kapının üstünde de bulunmaktadır. Kapının iki yanında 1805 tarihli mermerden yapılmış bir sebil ve çeşme bulunmaktadır. Sebil'i Hacı Ahmet'in yaptırdığı üstündeki yazıdan anlaşılmaktadır. Sebil ve çeşme aynı tarzda olup, lalebarok üslupta son derece güzel kabartmalarla süslenmiştir. Bugün bağımsız olmakla birlikte oldukça sağlam olan çarşı dükkanları depo olarak kullanılmakta ve mülkiyeti şahıslara ait bulunmaktadır.
Diğer Hanlar
Hanlar ve Bedestenlerin İzmir'in Osmanlı-Türk çehresi içinde son derece önemli bir yere sahip olduğu açıktır. Özellikle 17. ve 18.yy.da gelişen bu mimarinin tipik örneklerinden bugüne kalanlar son derece azdır. Varolanlarda bakımsızlık nedeniyle harap durumdadır. Köprülü Fazıl Ahmet Paşa'nın yapımını başlattığı ve kendisinden sonra tamamlanan "Vezir Han" da önemli hanlar arasında yer alır. 18.yy.Osmanlı eserleri arasında yer alan "Küçük Karaosmanoğlu Han'ı" da merkezi iş mıntıkasında yer alan diğer önemli bir yapıdır. Duvarları taş ve tuğla dizili olarak inşaa edilen üzeri beşik tonozlarla örtülü merdivenli bir girişten çıkılır. Bugün orijinalitesini tümüyle yitirmiş durumdadır. Girit Hanı, ne yazık ki yok edilmiştir. 19.yüzyıl Osmanlı eserleri arasında olup, bugüne belli ölçüde kalabilen hanlar arsında. Selvili Han, Mirkelam Han, Esir Han, Küçük Demir Han sayılabilir.

İZMİR'İN TARİHİ YAPILARI

Hükümet Konağı
1868-72 yılları arasında inşa edilmiş olan Hükümet Konağı, İzmir için mimari özelliğinden çok Kurtuluş Savaşı'ndaki yeri nedeniyle önemli olan bir yapıdır. 9 Eylül 1922'de Türk ordusunun İzmir'e gelmesi ile Hükümet Konağı'na çekilen Türk Bayrağı adeta zafer ile özdeşmiş bir görüntüdür. Bu nedenle, Konak 1970'de yandıktan sonra 1971 yılında açılan Yeni Hükümet Konağı mimari proje yarışmasında, yapının bayrağın çekilmiş olduğu balkonlu bölümünün korunması öngörülmüştür.
1970'lerin ortalarında tümüyle yıkılan Konak, uzun süren tartışmalar sonucunda 1980'den sonra cepheleri orijinaline çok yakın bir şekilde yeniden inşa edilmiştir.
Saat Kulesi
İzmir'in en bilinen sembollerinden biridir. Güzelliği ve narinliği ile Konak Meydanı'nı süslemektedir.
1901 yılında 2. Abdülhamid'in tahta çıkışının 25. Yılı için Sadrazam Küçük Said Paşa tarafından yaptırıldı.
25 m yüksekliğindeki kulenin saati, Alman İmparatorluğu 2.Wilhelm'in armağanıdır. Dört köşesinde çeşmeleri bulunan Saat Kulesi'nin yazıtı yoktur.
Hükümet Sarayı, Belediye binası ve Konak Camii ile birlikte Konak Meydanı'nın kimliğini oluşturur.
Diş Hastanesi
Eski Devlet Hastenesi'dir. Daha önceki isimleri ise Guraba-ı Müslimin Hastanesi, Memleket Hastanesi olarak geçmiştir. 1849'daki deprem ve salgından sonra Emin Muhlis Paşa İzmir'de ilk darüşşifayı kurmuştu. Bugünkü hastanenin yerindeki İngiliz Konsolosluğu arsayı, hastane yapılması koşulu ile Osmanlılara vermişti.
1851'de padişahın izni ve halkın da bağışları ile bu arsada İzmir'in ilk hastanesi (Guraba-i Müslümin) kuruldu. 1897'de artık yetesiz kalan hastaneye cephane depolarınn bulunduğu arsa tahsis edildi. 1903'de o dönem için tam teşekkülli sayılabilecek bir hastane oluşturdu. 1913'de İdare-i Vilayet-i Umumiye kanunu ile "İzmir Memleket Hastanesi" adnı alan kurum, 1950'de "İzmir Devlet Hastanesi" oldu. Bir süre Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni barındıran bina, Devlet Hastanesi'nin 1982'de yeni yerine taşınmasından sonra, 1985'de İzmir Doğumevi olarak kullanıma açıldı. Sonra Diş Hastanesi oldu.
Milli Kütüphane
İzmir Milli Kütüphanesi, İzmirli avukat Kadızade İbrahim Bey'in öncülüğü ile 1911 yılında kurulmak istenmiş, mali yetersizlikler sonucunda kütüphanenin açılışı bir yıl soraya kalmıştır.23 Haziran 1912 tarihinde Beyler Sokağı'nda Salepçizade konağının selamlık bölümünde hizmete giren kütüphanenin bugünkü binasına taşınması ise uzun yıllar almıştır.
Kütüphanenin açılışından kısa bir süre sonra valilik, kütüphane ve ona gelir sağlamak amacıyla planlanan sinemanın tesisi için arsa bulunmuş, hatta duvar inşaatının bitirilmesini sağlamıştı. O dönemde sinemanın yanındaki bina patinaj salonu olarak düşünülmüş ,kütüphane için ise Bahribaba Parkı'nda bir yer ayrılmıştı.Bu yapı da temel üstüne inşa edilmişti.Ancak, Balkan Savaşı, Dünya Savaşı ve işgal yılları inşaatın durmasına neden olmuştu. 1922'den sonra özellikle sinemanın inşası ele alındı ve o zamana kadar birikmiş olan 23.000 TL ve sinemanın işletmesinin altı yıllık kira karşılığı 45.000 TL'nı üstlenen İpekçi kardeşlerin yardımı ile Milli Sinema ( Elhamra Sineması ) 1926 yılında hizmete açıldı.
Bu arada, Bahribaba parkında kütüphane arsası Belediyece kamulaştırılmıştır, elde edilen gelir ile yangın yerinde alınan arsaların satışı sonucunda toplanan 92.212 TL ile de kütüphanenin inşaatına geçilmişti.
MilliKütüphane 29 Ekim 1933'de Cumhuriyet'in onuncu yıl şenliklerinde hizmete açıldı. Neo-Klasik tarzdaki Milli Sinema ve Milli Kütüphane'nin projeleri Vali Rahmi (Arslan) Bey tarafından 1909'da Sanayi-i Nefise Mektebi'nden (daha sonraki Güzel Sanatlar Akademisi) mezun olmuş olan kolordu mimarı Tahsin Sermet'e yaptırılmıştı.
Yıllarca Milli Kütüphane'ye bağlı olarak çalışan ek bina, Elhamra Sineması olarak İzmirlilerin beleğine yerleşti. 1980'den sonra İzmir Devlet Opera ve balesi'ne verildi.
Pasaport İskelesi
1867'de başlayan İzmir Limanına inşaatının bir bölümünü oluşturan Pasaport rıhtımı, 1876'da Fransız Guiffray şirketi tarafından ve ingiliz mühendislerin projelerine göre bitirilmişti. 1884'de kurulan İzmir Körfezi Osmanlı Vapurları Hamidiyye Anonim Şirketi, Karşıyaka, Alaybey, Osmanzade, Turan, Bayraklı, Pasaport, Konak, Karataş, Salhanr ve Göztepe vapur iskeleleri arasında sekiz gemilik filo ile hizmet veriyordu. Eski bir kartpostalda "Debarcadere et Bureau de Passeports" (İskele ve Pasaports Bürosu) olarak belirlenen yapının 1884'den önce inşa edilen bu ilk yapı olması gerekmektedir.
Günümüzdeki Pasaport İskelesi ise örneklerine Cumhuriyet'in ilk yıllarında rastladığımız, Osmanlı ve Selçuk mimarlığından esinlenen 1. Milli Mimari stilindedir.
Alsancak Garı
Robert Wilkin adlı İzmirli tüccar ile dört ortağı 1855'de İzmir-Aydın demiryolu için imtiyaz talebi ile Osmanlı Hükümetine başvurmuş ve 1856'da imzalanan sözleşme ile bu imtiyazı almışlardı.1857'de şirket el değiştirmiş ve "İzmir'den Aydın'a Osmanlı Demiryolu " adını almıştı.1857'de Vali Mustafa Paşa döneminde temel atılan demiryolunun başlangıcında yer alan Alsancak (o günkü adıyla Punta) Garı, 1858'de hizmete açıldı.
Borsa Sarayı
1891'de kurulan ve Türkiye'de ilk ticaret borsası, 1919'a kadar bugün Gümrük Posta Müdürlüğü olan yapıda, işgalden sonra Gümrük'deki bir Fabrikada, kurtuluştan sonra ise Metveler sokaklarındaki değişik yapılarda etkinliğini sürdürmüştür.
1928'de, özel olarak inşa edilen ve halen kullanılmakta olan Borsa Sarayı'na taşınmıştır. Sivri kemerleri, bitkisel motifli alçak kabartmaları, sütunçe (sahne sütun) ve kabaraları (yrım küre şeklinde kabartma) ile İzmir Borsa Sarayı, Osmanlı ve Selçuk mimarisinden esinlenmiş olan 1.Milli Mimari döneminin İzmir'deki en önemli örneklerinden biridir.
İzmir Atatürk Lisesi
1888'de kurulan İzmir İdadisi, Konak'ta bir yapıda öğretime başlamış, işgalden sonra ise bu yapı adlileyeye tahsis edilmiştir (adı geçen yapı Hükümet Konağı'na bağlı ve şimdi yıkılmış olan eski Adliye'dir.
Kuruluşundan bir süre sonra Mekteb-i Sultani adını alan bu eğitim kurumu, 1925'den sonra Rum Gündüzlü Kız Okulu'na taşınmıştır. Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra İzmir Erkek Lisesi ve İzmir Birinci Erkek Lisesi olarak anılan okul, 1942'de İzmir Atatürl Lisesi adını almıştır.
Karataş semtinde, Mithatpaşa caddesinde yaklaşık 40 m yükseklikteki Halil Rıfat Paşa caddesine çıkan Asansör, 1907 yılında Nessim Levi tarafından yaptırılmıştır.
Asansör'ün giriş kapısı üzerindeki yuvarlak madalyon içindeki kitabede bulunan "Ascenseur, Construit par Nessim Levi, 1907"yazısı bu konuya bir açıklık getirmektedir.Tescil fişinin yaptıran hanesinde yer alan bu isim, daha sonraki metinde asansöre yapan usta olarak tanımlanmaktadır.
1942 yılında Şerif Remzi Reyent'e satılna Asansör, onun ölümü üzerine yeğeni Ayla hanıma kalmış, Ayla hanım ise, 1977 yılında Belediye'ye bağışlamıştır. Asansör kulesinde iki asansör bulunmakta, bunlardan soldaki buharla, sağdaki ise elektrikle çalışmaktadır. 1985 yılında gerçekleştirilen restorasyonda her iki asansörde elektrikle çalışmak üzere düzenlenmiştir.
Mithatpaşa caddesi girişinde holün solunda hidrolik kazan dairesi yer almaktadır. Eski İzmir'lilerin söylediklerine göre, asansör, buhardan önce su gücü ile çalışırmış. Halil Rıfat Paşa caddesi seviyesine, Asansör'ün solundaki makine dairesi yer almaktadır.Ayrıca istinat duvarı içinde kullanılan mekanlar bulunmaktadır.
Asansör'ün Halil Rıfat Paşa caddesine ulaştığı yerde demir konsollar ile taşınan ahşap bir balkon bulumaktadır. Balkonun dökme demir korkuluklarının o dönemde İzmir ve İstanbul'da çok sık kullanılan motifleri taşıması ilgi çekicidir. Kule, taş olan ilk bölümden sonra tuğla olarak yükselmekte ve balkona kadar iki kademe de ufalmaktadır. Balkon üzerinde kalan bölüm ise daha ufaktır. Günümüzde Asansör'e Dairo Marino Sokak'ından geçilerek girilmektedir. Asansör'ün yanında ki park, Yaşar Aksoy Park'ı ismini taşımaktadır.
Mithatpaşa Enstitüsü
Mithatpaşa tarafından 1881'de Askeri Hastane Sahil Sıhhıye Karantina Tahaffuzhanesi yakınında kurulan İzmir Islahhanesi, mahkumlara daha iyi koşullar sağlama amacını güdüyordu.
Daha sonra öksüzlere ait bir Mekteb-i Sultani olan kurum, bugünkü binasına geçtiği 1.Abdülhamit döneminde Hamidiyye Sanat Mektebi adını almıştır. Yıllar geçtikçe yeni atölyeler de eklenen okul 1997'de yanmış yeniden aynen inşa edilmiştir.
Turizm Müdürlüğü
1891'de kurulan İzmir Ticaret Borsa'sı 1919'a kadar bu yapıda etkinliğini sürdürmüş, işgalden sonra 1921'de Yunan Milli Bankası'nın kullanımına ayrılmıştır. 1922'den sonra İzmir Merkez Postanesi ve Paket Postanesi olan yapı, halen İzmir Turizm Bölge Müdürlüğüdür. İzmir'de ki 19.Yüzyıl sonu 20.Yüzyıl başı kagir mimarisinin tipik bir örneğidir.
Vakıflar Bankası
Çatalkaya Hanı 1931'de Mimar Mühendis Kemal Bey tarafından yapılmıştı. 1938'de Vakıflar İdaresi'nin eline geçen yapının Cumhuriyet Bulvarı kanadında halen İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü T.C. Vakıflar Bankası T.A.O. Ege Bölge Müdürlüğü ve Vakıflar Bankası İzmir şubesi, Şehit Fethi Bey caddesi ucunda ise kiralık dükkan ve bürolar bulunmaktadır.
Yapı, 1.Milli Mimari ve Art Deco stillerinin özelliklerini taşımaktadır.
Ziraat Bankası
İzmir Ziraat Bankası 1930'da yapılmıştır. 1.Milli Mimari hem de Art Deco stillerinden izler taşıyan bu yapı, camlı tavanlı banka holü, özel bir duvar sistemi olan kasa dairesi ve ağır kapıları ile banka mimarisinin ilginç örneklerindendir.
Osmanlı Bankası
1926'da Mimar G.Mongeri tarafından yapılan İzmir Osmanlı Bankası, 1.Milli Mimari dönemi yapılarındandır. Camlı tavanlı banka holü, cephe süslemeri ve üstü kapalı bir teras olarak projelendirilmiş olan en üst katı ile yapı, aynı mimara ait olan ve Ankara'da bulunan Osmanlı Bankası'nın bir benzeridir.
Teras katı, sonraki yıllarda, yapının mimari karekterine yabancı kalan doğramalar ile kapatılmış, özgün projede banka ile birlikte tasarlanmış olan komşu parseldeki iş hanı ise sonradan yıkılarak yerine bir şube binası inşa edilmiştir. Banka kapısıda son yıllarda yıkılarak değiştirilmiştir.
Anıtlar
Anıt, hemen her uygarlığın ya da ulusun kendi tarihini veya tarinde olmuş olan anlamllı bir olayı, sonsuza dek yaşatmak amaç ve arzusunun bir ürünü olarak dikilir. Bu nedenledir ki her anıt kendi uygarlığının ve çağının, mimari ve heykeltraşlık alanındaki en özgün, görkemli yapıtları arsında yer alır.
Birşehrin, bir devlet büyüğü tarafından ziyaret edilmesi adına, savaşlarda yitirilen binlerce askerin anısına, toplumsal bir anlam ifade eden örnek davranışı sonsuza kadar yaşatmak için anıt dikilir.
Bu anlamda İzmir'de de son derece anlamlı ve yapı itibariyle de son derec anıtlar bulunmaktadır.
Atatürk Anıtı
Cumhuriyet alanında büyük önderimizin "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir ileri" komutunu taşıyan anıt 1933 yılında yapılmıştır. Atatürk'ü üniforma ile ve bir at üzerinde tüm heybeti ile gösterir.
İlk Kurşun Anıtı
Yunan Ordusunun İzmir'i işgali sırasında, denezinden karaya çıkan düşman askerlerine karşı ilk kurşunu sıkarak, Türk direnişinin ilk örnek davranışını gösteren ve ardından şehit olan gazeteci Hasan Tahsin adına dikilen ve onu ilk kurşunu sıkarken gösteren heykel-anıt bugün Konak Meydanındadır. Anıt, 1974 yılında yaptırıldı.
Dokuz Eylül Anıtı
İzmir'in 1922 yılında kurtuluşu esnasında şehit düşen Türk askeri için yapılmış olan anıt, Halkapınar semtinde bulunmaktadır.
Zübeyde Hanım
Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanımın mezarı anıt şeklinde 1940 yılında İzmir Belediyesi tarafından Karşıyaka semtinde Osmanpaşa Camii yaptırılmıştır.

İZMİRDE İÇ İÇE YAŞAYAN CAMİ, KİLİSE ve SİNAGOGLAR

İzmir'in iç içe yaşayan cami, klise ve sinagogları
İzmir bir hoşgörü kentidir. yüzyıllarca hiç bir ciddi olay meydana gelmeden cami, klise ve sinagog beraberliği, bu Türk kentinde iç içe yaşamıştır. Dinlerarası hoşgörü, Yunan işgali hariç tutulursa bu kentte örnek biçimde oluştu.
İzmir'in ünlü Camileri
Osmanlı eyaletleri içinde Osmanlı mimarisinin abidevi yapılarının en az olduğu yer İzmir'dir. Dikkat edilirse Osmanlı padişahları adına tek bir yapı bulunmamaktadır. ayrıca İzmir'de bulunan Osmanlı dönemi eserlerinin mimari üsluplarının son derece sade ve gösterişsiz oldukları da dikkat çeker.
Konak Camii
Tarih kesin olarak belli olmasa da, caminin bir 18.yüzyıl yapısı olduğu anlaşılmaktadır.Bir öğrenci çalışmasında ise vakıf kayıtlarında caminin 1309(1891-95) tarihinde inşa olduğunun belirtildiği yer almaktadır.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Vali Rahmi Bey'in camiyi onarttığı bilinmektedir. Caminin kapısı üzerinde bulunan mermer süslemeler ile, Mimar Tahsin Sermet'in yaptığı olan Milli Kütüphane ve Milli Sinema'daki mermer süslemelerin benzerliği göz önüne alınırsa, bu onarımın Mimar Tahsin Sermet tarfından yapılmış olduğu düşünülebilir.
Kemaraltı Camii
İzmir'in belli camilerinin sıralandığı Anafartalar Caddesi kenarında, eski içliman kıyısındadır. 1960 yılında inşa edilmiştir. Anafartalar Caddesi ile 853 ve 856.Sokaklar arasında bulunan bu cami, 1812 yılında esaslı bir tamir görmüştür. Etrafında medrese, kütüphane ve sebilide vardı. Zeminde olup, tek bir kubbe, bütün cami sathını örter.
Salepçioğlu Camii
850 ve 917.Sokaklarda olup, son derece zarif bir yapı tarzına sahip olan cami Kemeraltında, bulunmaktadır. 1906 yılında Salepçizade Hacı Ahmet Efendi tarafından tek büyük kubbeli olarak yaptırılan camii, ince yapılı, zarif bir minareye sahiptir.
Camii'nin dış duvarları mermer ve yeşil taşlarla örülmüştür. Büyük kubbesi altın varakla işlenmiş olan caminin son cemaat yerinde üç kubbesi bulunmaktadır. İzmir'in en nadide camileri arsında sayılır. Kemeraltı'ndan gitmek istenirse, Salepçioğlu Hanı'nın içinden geçilerek erişilir.
Başdurak Camii
Hacı Hüseyin Camii ile ilgili en eski kaynak Evliya Çelebi Seyanetnamesi'nde yer almaktadır. Evliya Çelebi, caminin yapısal özelliklerini belirttikten sonra kapı üzerinde yer aldığını söylediği bir kitabenin metnini vermektedir.
"Kıldı hoş sa'y-ı himem sıdk ile ol Hacı Hüseyin..Yapıldı bu kabe-i uşsak-ı zehi cay-i emin İtmamın görücek dedi şifayi tarihin Barek -Allah zeci cami-i firdevs-i berin. Sene:1062(1652)"
Daha sonraki yıllara ait çeşitli vakfiyelerde Hacı Hüseyin Camii'den söz edilmekte, 19.Yüzyıldan sonra ise camii, bulunduğu mevkiin adını alarak Başdurak Camii olarak anılmaktadır.
Hacı Hüseyin Efendi'nin kimliği ve yaşadığı dönemle ile ilgili olmamasının yanı sıra, camiinin yapılış dönemine ait vakfiyesi de bulunmamaktadır.
Kestane Pazarı Camii
Kestane Pazarı Camii eski iç liman kenarında olması nedeniyle Evliya Çelebi, minareye güçlükle oturttuklarından sözeder.
Çelebi'ye göre 1667 yılında yapılan camii, kare bir meken üzerine büyük bir kubbeyle etrafında dört kubbeden oluşmaktadır. Son derece güzel olan mihrabın Selçuk'taki İsa Bey Camiiden getirildiği söylenir. Giriş kapısı üzerinde bir kitabenin yer aldığı Kestane Pazarı Camiinin son cemaat yerinde üç kubbe bulunur. 872 ve 882.sokaklardadır.
Şadırvan Camii
Cihannüma'ya göre İzmir'in Ulucamii olan "Niflizade Camii" bu olmalıdır. Zira "derya tarafında ve denize yakın" idi. Anafartalar Caddesi ile 912 sokak köşesinde olup, ismini altında ve yanında bulunan şadırvandan almıştır. Evliya Çelebi camiinin yapılışı için 1636 tarihini vermektedir. 1815 yılında da önemli bir tamir görmüştür. Evliya Çelebi'nin "bir beyaz inciye" benzettiği bu camiin altında o zamanlar "serapa aktar dükkanları" vardır.
Hisar Camii
1872 yılında kale arkasında, bugünkü Kemeraltı iş merkezi Hisarönü mevkiinde bulunan camii, 1592 yılında Yakup Bey tarafından yaptırılmıştır. Ortada bir büyük kubbe sekiz fil ayak üzerinde durmakta, yanlarda üçer büyük, geride üç küçük ve son cemaat yerinde yedi küçük kubbesi vardır. Batısında bulunan minaresi tek şerefelidir.
Mihrap minber ve vaaz kürsüsü son derec özenli işlenmiş tezyinata sahiptir. Sütun başlıkları ve diğer süslemeleri oldukça korunmalı bir durumda günümüze gelebilmiştir. Camii 1813, 1881, 1927 ve 1980 yıllarda onarım görmüştür.
Hatuniye Camii
Anafartalar Caddesi ile 943 sokak köşesinde olup eskiden yanında geniş bir medresesi de vardı.
17.yüzyıl başlarında Tayyibe Hatun adında hayırsever bir kadın tarafından yaptırılmıştır. Bir büyük ve iki küçük kubbenin örttüğü, iki eklentili bir gayrimuntazam planlı camii, 1737 de önemli tamir gördü.
Kiliseler
Katolik Kiliseleri: Dom Kilisesi (Şehit Nevres Bul.29), Saint Policarpe (Gazi Osman Paşa Bul.No:18), Santa Maria (Halit Ziya Bul.No:67), Domeniken Kilisesi (1408 Sokak No:8), Notre Dame de Laurdes (81 Sokak No:11), Saint Jean Babtiste (Kemalpaşa Cad.15 Buca), Santa Maria (Bornava), Saint Antoine (1611 Sokak No:7 Bayraklı), Saint Helene (1729 Sokak No:53 Karşıyaka)
Protestan ve Anglikan Kiliseleri: St.John Kilisesi (Talat Paşa Bul.Alsancak Garı karşısı), Mary Magdelena (Hürrüyet Cad.18 Bornova), Felemenk Protestan Kilisesi(1274 Sokak No:24).
Sinagoglar
Beth İsrael (Mithatpaşa Cad.265), Sinyora Giveret(927 Sokak 77), Şaar Aşamayim (1390 Sokak 4/2), Hevra (Talmut Tora (937 Sokak 4/17), Şalom (927 Sokak 38), Bikur Holim (İkiçeşmelik Cad.40), Algazi (927 Sokak 73), Etş-Hayim (937 Sokak 5), Bet İllel (920 Sokak 23), Roşaar (3.Karataş 281 Sokak 67).

İZMİR KÜLTÜR MÜZELERİ

İzmir Kültür Müzeleri
Arkeoloji Müzesi
İzmir'de ilk Arkeoloji Müzesi, üç senslik eser toplama ve derleme çalışmalarından sonra 1927 yılında Tepecik semtinde bulunan Ayavukla Kilisesinde ziyaret açılmıştır.
Çevredeki antik kentlerden gelen eserleri yoğun olmasından dolayı yeni bir müzeye ihtiyaç duyulmuştur. Bunun üzerine Konak'ta Bahribaba Parkı içinde yeni ve modern bir müze binası inşa edilerek 1984 yılında ziyaret açılmıştır. Müze, teşhir salonları, labaratuvarları, depoları, fotoğrafhanesi, kitaplığı, konferans salonu ile her türlü ihtiyaca cevap verecek şekilde düzenlenmiştir. Üç katlı olan müze binasında teşhir seksiyonlar halinde hazırlanmıştır. Üst kattaki salonda, İasos, Çandarlı, Bergama antik kentlerine ait arkeolojik eserler, Protogeometrik ve Geometrik dönemki Batı Anadolu seramikleri, Myrina Eros heykelleri, cam eşyalar, sikkeler ve bronz Demeter heykel bulunmaktadır.
Müzenin giriş katı olan orta katta mermer eserleri teşhir edilmektedir. Arkaik döneminden Roma devri sonuna kadar tarihlenebilen heykeller, büstler ve portreler sergilenmektedir. Bahçe teşhirinde Roma devrine ait Karacasu mermer firizleri, kolosal heykeller, Lahitler ve mimari eserler sergilenmektedir. İzmir Arkeoloji Müzesi'nde halen bahçe teşhir tanzim çalışmaları devam etmektedir.
Etnografya Müzesi
19.yüzyılda neo klasik tarzda, meyilli bir teras üzerine inşa edilmiştir. 1845 yılında Fransızlar tarafından onarıldığı ve bu tarihtan sonra fakir Hristiyan ailelerin bakımına tahsis edilen bir kurum olduğu bilinmektedir. 1984'te Kültür ve Turizm Bakanlığı'na Etnografya Müzesi olarak düzenlenmek üzere devredilmiştir.
İzmir'de Etnografik eserler İzmir Atatürk ve Etnografya Müzesi'nin alt katında teşhir edilmekte idi. Daha sonra 1985-87 yıllarında restore edilen eski sağlık müdürlüğü binası Etnografya Müzesi olarak hizmete sunulmuştur. Müze binası zemin kat üzerine üç kat olarak inşa edilmiştir. 1 ve 2.katlar teşhir salonları 3.kat depo, labaratuvar, fotoğraf stüdyosu ve büro olarak kullanılmaktadır. Kültür Müdürlüğü'de bu binaya taşınmıştır.
Teşhirinde İzmir ve yörenin 19 yy'daki sosyal yaşamından kesitler verilmesi amaçlanmıştır. Bu nedenle endüstrileşme ile birlikte bugün yer yer terk edilen; teknecilik, nalıncılık, çömlekçilik, halı dokumacılığı, urgancılık, keçecilik ve seraciye gibi el sanatlarımız sergilenerek tanıtılmaktadır.
Atatürk Müzesi
Halen restore edilen bu müze, Gündoğdu semtinde, Atatürk Caddesi üzerindedir. Bina, 1875-1880 yılları arsında ev olarak yaptırılmış, bir ara otel olarak işletilmiş, 1927'de İzmir Belediyesi evi hazineden satın alınarak Atatürk'e hediye edilmiştir. Atatürk İzmir'i ziyaretinde bu evde kalmıştır.
Atatürk'ün İzmir'e gelişinin 19 yılına rastlayan 11 Eylül 1941 tarihinde müze, "Atatürk İl Kütüphanesi ve İzmir Şehri Atatürk Müzesi", daha sonra ise restore ve tanzim edilerek "Atatürk Etnografya Müzesi" adını almış, müzedeki etnografik eserlerin yeni açılan Etnografya Müzesi'ne taşınmasıyla yalnız "Atatürk Müzesi" olarak ziyaret edilmektedir.
Müze Osmanlı ve Şevanten mimari karışımından meydana gelen Neo klasik tarzda bir yapıdadır.
Ön cephesinin ortasında 5 mermer basamaklı merdiven ve yarım daire kapısı vardır. Giriş kapısından zemin kat salonuna girilir. Yan odalara açılan kapılar ve nişler vardır. Taban ahşaptır. Tavanda kartonpiyerler ve göbek süsleri bulunmaktadır. Binanın çatısı Marsilya tipi kiremitli, ışıklık üstleri ise çinko kaplıdır.
Resim-Heykel Galerisi Müzesi
Müze 1952 yılında Resim ve Heykel Galerisi adıyla Kültürpark'ta hizmete açılmıştır. Vilayet-Belediye-Üniversite dayanışması sonucunda 29 Ekim 1973'te Konak Modern Müze ve Sergi Galerisi yapılmıştır. 3 yönde faaliyet göstermektedir.
Müze olarak: Bu dönemde Tanzimat döneminden günümüze kadar gelen Türk Resim ve Heykel örnekleri sergilenmektedir.
Sergi olarak: Bu salonda sanatçıların başvuruları üzerine eserler seçici kurul tarafından değerlendirilir.

İZMİR'İN SEMBOLÜ: FUAR


Yalnızca İzmir'e değil, tüm ülkeye neşe saçan İzmir Enternasyonel Fuarı, yeşil bir alan üzerinde yükselen bir şenlik yeri, aynı zamanda ulusun kalkınma azmini yansıtan ve dış dünyaya açılma özlemlerini vurgulayan bir sahneydi.
Türkiye'nin ilk uluslararası fuarı olan İzmir Fuarı'nın doğuş düşüncesi 1923 yılında Atatürk'ün emriyle İzmir'de toplanan Birinci İktisat Kongresine kadar uzanır. Bu kongreye yurdun çeşitli yörelerinden katılan çiftci, sanayici, tüccar ve esnaf grupları mallarını tanıtmak amacıyla bir de sergi açmışlardı. Bu sergiden esinlenerek, 1927 ve 1928 yıllarında Mithatpaşa Sanat Enstitüsü'nde 9 Eylül sergileri açıldı.Artık hem devlet hem de tüccar kesimi, bilinçli bir şekilde sergi fikrinden daha kalıcı, daha çağdaş yöntemleri gündeme getirmeyi düşünmeye başladılar.
İzmir Panayırı
Böylece panayır kurma düşüncesi gündeme geldi.
1934 ve 1935 yıllarının 9 Eylül günler, şimdiki Büyük Efes Oteli'nin bulunduğu alanda, halkın büyük coşkulu desteği ile 9 Eylül panayırları açıldı. Başbakan İsmet İnönü tarafından açılan 1934 panayırı ile İktisat vekili Celal Bayar tarafından açılan 1935 panayırı, yepyeni bir alanda, uluslararası fuara giden yolda çok önemli kilometre taşları olmuştu.
İzmir'de bir enternasyonel fuar kurma fikri, ilk olarak İzmir'in genç ve idealist belediye başkanı Dr.Behçet Uz'un aklına gelmiş ve çalışkan başkan tüm mesaisini bu fikri yaşama geçirmek için harcamaya başlamıştı.
İzmir Belediye Meclisi'nde ve encümen üyeleri arasında gerçewkleşen hummalı toplantılar ve çalışmalar sonucunda, birçok uzmana danışıldıktan sonra hazırlanan projeleri, bizzat Başbakan İsmet İnönü'ye gösteren ve onayını alan Dr.Behçet Uz, hala moloz yığınlarıyla dolu yangın yerlerinde fuarı kurmak için kollarını sıvadı.
İzmir Fuarı'nın temeli, şimdi bulunduğu alana, 1 Ocak 1936 günü törenle atıldı. Yapılması düşünülen ilk proje öncelikle Kültürpark projesidir. 360.000 metrekarelik bir alan yeşillendirilecek ve İzmir kentinin oksijen teneffüs edeceği bir ferah alan elde edilecektir. Yılın belirli bir ayında ise, bu alan üzerinde enternasyonel özellikte bir fuarın gerçekleştirilmesine çalışılacaktı. Büyük bir moloz yığını halindeki alan düzeltildi ve yoğun bir ağaç dikimine başlandı. Kültürpark içindeki inşaatlar hızla tamamlandı.
Fuar Açılıyor
1 Eylül 1936 günü tarihinin en mutlu, en sevinçli ve en tatlı günlerinden biridir. İzmir Enternasyonel Fuarı, artık İzmir'in görkemli bir simgesi olarak kentin yaşamında baş köşeyi alıyordu. Lozan kapısı önünde saat 17.30'da düzenlenen parlak törende Başbakan İsmet İnönü çok önemli bir konuşma yapmıştı. Yaşamının en büyük idealine kavuşan ve çocuklar gibi sevinçli olan İzmir Belediye Başkanı Dr.Behçet Uz ise, izleyicilerin gözyaşları içinde dinlediği bir konuşma yapmıştı. 1936 Fuarı'na Mısır, Yunanistan ve Sovyetler Birliği'nden 48 yabancı kuruluş, 32 vilayet pavyonu ve 45 yerli kuruluş katılmıştı. Her pavyon ayrı bir güzelliği yansıtıyor, bembeyaz giysilerini giymiş İzmir ve Egeliler büyük bir zevk içinde fuarı karış karış geziyorlardı. Fuar biranda tüm ülkenin gururu ve onuru oluvermişti.Bunun için gelecek fuarların bir öncekinden çok daha güzel ve gelişmiş olması planlanmalıydı. Fuar'ı yaratan kadro, İzmir Belediye Meclis Üyeleri, İzmir'in düşünce adamları, tanınmış gazeteciler, fuar müdürlüğü görevlileri ve büyük bir şevkle çalışan işçiler, yeni fuarların yaratılması için büyük bir dayanışma içine girdiler. Hepsinin yüzlerinde Kemalistb Cumhuriyet'e bir ekonomi abidesi armağan etmenin mutluluğu okunuyordu.
İZFAŞ'lı Yıllar
Uluslararası ticaret geliştikçe uluslararası fuarlar da serpildi. İzmir Enternasyonel Fuarı, yıllar içinde giderek gelişti. İhtisas fuarlarıyla yaygınlaştı ve ülkenin en gurur verici ekonomik göstergelerinden biri oldu. Nihayet 7 Şubat 1990'da İZFAŞ kuruldu ve fuarımız daha çağdaş biçimde organize edilmeye başlandı.
İlk açılışındaki heyecan, coşku her açılışta yeniden yaşandı. Aynı sevinçle koştular insanlar fuara ... Ulusal kuruluşlarımız ilk açılıştaki gururla sundular ulusal ürünlerimizi ... Komşularımız ve dünyanın dört bir yanından gelip mallarını gözlerimizin önüne seren dost ülkeler yine ilk fuar yıllarında olduğu gibi yeni ilişkilerin, yeni dostlukların köprülerini yarattılar.
Geleceğe uzanan İzmir Enternasyonel Fuarı, sergiden panayıra, panayırdan fuara, ülkenin tarihi gelişiminin belgesel bir aynası olmuştur ve şüphesiz 21. yüzyıla uzanan süreç içinde bu işlevine gururla devam edecektir.

DEPREMDEN İŞGALE İZMİR


İzmir'de 1801 yılında şiddetli bir deprem oldu. 1809'da ise veba salgını başgösterdi. Üç yıl süren veba salgınında 45 bin civarında insan hayatını kaybetti (1809-1812). Bu hastalık 1816'da yeniden başgösterdi. 19-20 Eylül 1825 gecesi çıkan bir yangında 2 bin ev tahrip oldu. Temmuz 1826'da yeni bir veba salgını başgösterdi. 1829'da Kel Mehmet isyanı oldu. 1829'da askeri bakımdan İzmir ve Anadolu'da özellikle Yahudiler arasında çıkan kolera saldınından 3 bin kişi öldü. 1834 yılı 3 Haziran öğleden sonra çıkan bir yangın ile Frenk mahalleleri ve çarşının bir bölümü tahrip oldu. 5 bin kişinin ölümüne sebep olan yeni bir veba salgını oldu (1837). Karantina İdaresi kuruldu (1840). 30 Temmuz 1841'de çıkan ve 17 saat süren bir yangın sonucu Türk ve Yahudi mahalleleri ile çarşının bir bölümü yandı. 1841 yılında İzmir iki yıl süreyle Aydın eyaletine merkez oldu. Haziran 1846'da şiddetli bir deprem oldu. 1844 yılında yapımına başlanan ve 1847 yılında faaliyete geçen bir kağıt fabrikası açıldı. 1849 yılında Padişah Abdülmecit İzmir'i ziyaret etti. 1850 yılında yeni bir deprem oldu. Katırcı Yani adında bir eşkıya etrafa dehşet saçtı.
1851 Depremi 1851 yılında yeni bir deprem oldu. Mısır dönüşü Abdülmecid yeniden İzmir'e uğuğradı(1853). Aynı yıl Katırcı Yani ve diğer Rum eşkıya Vali Ali Paşa tarafından Buca'da yakalanarak idam edildi. Bundan sonra Sinanoğlu isyanı başladı. 22-24 Eylül 1856'da İzmir-Aydın demiryolu sözleşmesi imzalandı. 1857 yılında Vali Mustafa Paşa tarafından ilk olarak demiryollarının inşaatı başladı. 12 Mart'ta 1863'te İğneli Fıçı hikayeleri üzerine Rumlar ve Yahudiler arasında büyük kavga çıktı. 20 Nisan 1863'te Sultan Abdülaziz İzmir'e geldi. 1863 yılında bir Ermeni hastahanesi kuruldu. 25 Haziran 1864'te sokaklar havagazı ile aydınlatılmaya başlandı. 20 Temmuz 1865'te İzmir ile Menemen arasındaki demiryolu bağlantısı kuruldu. 1865 yılı yazın İskenderiye'den gelen kolera salgını İzmir'de 3 bin kişinin ölümüne yol açtı. Bornova-İzmir tren yolu bağlantısı işletmeye açıldı. 22 Ocak 1866'da İzmir-Kasaba demiryolu tamamlandı.

İZMİR'DE ÖNEMLİ OLAYLAR

1768 yılında başlayan Osmanlı - Rus Savaşı'nda Rus donanmasının beklenmedik bir biçimde Ege Denizi'ne gelerek Çeşme önlerinde Osmanlı donanmasını yakması, büyük bir şaşkınlık yarattı. Ruslar daha öteye gidip İzmir Körfezi'ne giremediler. 18. Yüzyılda İzmir'de önemli olayları şöyle sıralayabiliriz: 1712 yılında İzmir'de meydana gelen veba salgılında 10 bin kişi ölmüş, 1717 yılında yeniden veba salgını baş göstermişti. Ekim 1723'te İzmir'de 60 evin yıkılmasına, 500 ölü verilmesine sebep olan deprem oldu, 1727 yılında Yeniçeriler ve Voyvoda arasında çatışma çıktı ve bu çatışmada Voyvoda öldürüldü. 1736 yılında Sarayköylü Sarıbey oğlu büyük bir kuvvet ile İzmir'e yürüyerek şehirden haraç aldı. Nisan 1736'da şiddetli bir deprem oldu.
İlk Fabrika 1740 yılında şimdiki Basmahane yöresinde çember ve yazma imal eden bir firmaya fabrika yapım içni verildi (Osmanlı İmparatorluğu yönetiminde, İzmir'de açılan ilk dokuma fabrikasıdır), 1740 yılında Kapitilasyonların Osmanlılar aleyhine tekrar düzenlenmesinde birçok yabancı İzmir'e gelerek yeleşmiş. 1750 yılında Dominiken Rahipleri İzmir'e gelerek yerleşti, 1762 yılında Ermenilerce, "Gezgin" adlı bir kitap basıldı (Şehirde bilinen ilk kitap), 1763 yılında Frenk mahallelerini tahrip eden büyük bir yangın oldu, ardından da 1764 yılında veba salgını baş gösterdi, 1770'de Osmanlı Donanması Ruslar tarafından Çeşme'de yakıldı (5-7 Temmuz), 1775 yılında Karaburun Voyvodası desteğinde Sağnacıklı Veli adındaki Bergama Voyvodası İzmir önlerine gelerek şehri tehdit etti, 1778'de (3-8 Temmuz) şiddetli deprem ve yangın sonucu şehrin tamamı tahrip oldu, 1795 yılında Basmahane'de 500-600 işçi çalıştıran bir pamuk fabrikası açıldı, 1797'de (13-15) İzmir'de yangın ve kargaşalık başgösterdi, 15 Mart 1797'de Avusturyalılar'ın Paralı Körü mevkiindekurdukları bir sirkte, çıkan olay sonucu Venedikliler'e ait Sakız Han'ının yakılması ile çıkan büyük yangın ve yağma meydana geldi. (Türkler ve Zanta'lar arasında).
19. Yüzyıl İzmir tarihi çok hareketlidir. İç ve dış olayların İzmir'deki etkilerinin yanı sıra, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki ilk tren yolunun İzmir'de hizmete girmesi, Gediz mecrası değiştirelerek körfezin dolmaktan kurtarılması, rıhtımın inşa edilmesi, yeni yollar yapılması, idadi, darülmuallimin ve sanayi okullarının, karma ticaret mahkemelerinin, kağıt imalethanelerinin açılması itfaiye kurulması, basın faaliyetlerinin genişlemesi ile resmi gazetenin yanı sıra, özel gazetelerin de çıkması, İzmir için sevindirici olaylardır. Bu yüzyılda Halil Rıfat Paşa, Mithat Paşa, Hasan Fehmi Paşa gibi valiler İzmir'in gelişmesine yardımcı olmuşlardır.
19. Yüzyılda İzmir 19. Yüzyılda şehrin genel bölünüşü şöyleydi: 1811 yılında yapılan idari değişiklikte Sığla Sancağı yeni kurulan Aydın eyaletine bağlandı ve Aydın kenti merkez oldu. İzmir'in Aydın eyaletine merkez olması 22 Haziran 1850 tarihinde gerçekleşmiştir. 7 Kasım 1864 tarihli Viyalet Nizamnamesi ile merkezi yine İzmir olmak üzere 23 Mayıs 1867 tarihinde yeni Aydın vilayeti kuruldu. Bu vilayetin 4 sancağı vardı (İzmir, Aydın, Saruhan ve Menteşe). Merkez sancağının adı olan Sığla da İzmir olarak değiştirildi. Bu yeni kuruluşta İzmir Sancağı'na bağlı ilçeler, Bayındır, Çeşme, Menemen, Ödemiş, Tire ve Urla'ydı. Bu tarihte İzmir Sancağı içinde 8 ilçe, 9 bucak ve 702 köy yer almaktaydı. 1890 yılında yapılan idari değişikliklerle temelde örgüt aynı kalmakla birlikte, bazı ilçe ve bucaklar el değiştirdi. Ayrıca 1883 yılında Karşıyaka adlı yerde Tatar Muhacirleri gelerek yerleştiler ve bunların kurdukları köyün adına "Feyziyye" denildi. 1890 yılında İzmir Merkez Sancağı'nın 10 ilçesi, 19 bucağı, 704 köyü vardı. 1893 yılında Çeşme'ye bağlı Yeninahiye adlı bucağın kurulması ile İzmir 10 ilçe, 20 bucak ve 675 köyü kapsar hale geldi.
İsyan Hazırlığı İzmir'i Yunan isyanıyla Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın isyanı da etkilemiştir. Yunanistan'ın bağımsızlığını sağlamak için kurulan Etniki Eteria Cemiyeti'nin İzmir'de bir şubesi vardı. Görünüşte bir kültür cemiyeti olan Etniki Eteria, aslında tam bir ihtilalci teşekküldü. 1820 - 1821 yıllarında Rumların daha önce yaşadığı yerlerde büyük ayaklanmalar çıkmasına sebep olmuştur. Bu isyanlardan biri de Sisam'da çıktı. Sisam'lı korsanlar İzmir dolaylarına sarkarak, halkın güvenliğini tehdit etmeye başladılar. İzmir'de bu isyanlara karşı gerekli önlemler alınmış, şehirde gönüllü birlikler oluşturulmuştur.

OSMANLI DÖNEMİNDE İZMİR

Osmanlı Dönemi'nde İzmir
15. Yüzyılın ikinci yarısında imparatorluk yönetiminde başlayan bozulma, isyanlar ve yenilgiler İzmir'i etkiledi. Suhte ve Celali isyanları, İzmir ve yöresinde korkulu günler yaşattı.. Osmanlı Devleti'ne 1425 yılında bağlanan İzmir ve dolayları "Sığla" Sancağı adını alıyor ve Anadolu Eyaleti'nin de parçasını oluşturuyordu. Eyalet merkezi önceleri Ankara kentinde iken, 1461 yılında yapılan idare değişiklerle merkez Kütahya'ya nakledilmiştir. Bu arada şehir 1472 ve 1473 yıllarında iki kez Venedikler'in saldırısına uğradı. Fatih Sultan Mehmet, savunması zayıflayan İzmir'i takviye için limanı yeniden yaptırmak zorunda kaldı. 16. Yüzyılda İzmir her türlü saldırıdan uzak bir şehirdi. Osmanlılar, karada ve denizde en üstün dönemlerini yaşıyorlardı. Bu yüzyılın ikinci yarısında İzmir'e gelen Piri Reis, liman hakkında şu bilgileri verir: "İç limanı vardır, etrafı bir mildir. Limana önce büyük gemiler ile girdik. Amma sonra vardığımızda dolmuştur. Küçük gemilerle girip hem de haritasını yapmışızdır."Korkulu Günler 15. Yüzyılın ikinci yarısında imparatorluk yönetiminda başlayan bozulma, isyanlar ve yenilgiler İzmir'i etkiledi. Suhte ve Celali İsyanları, İzmir ve yöresinde korkulu günler yaşattı. 17. Yüzyılda Venedikliler'le yapılan deniz savaşlarının da Ege'ye intikal etmesi, İzmir ticaretini zamanla olumsuz biçimde etkiliyor. Barış olunca yoğun bir ticaret faaliyeti görülüyordu. 4. Mehmed devrinde, İzmir'in zarar görmemesi için körfezin en dar yerinde Sancak Burnu'na bir kale yapıldı. Evliya çelebi bu kalenin, gümrük vergisi vermeden kaçan "Kafir" gemilerinin durdurulması için yapıldığını anlatmakta

İZMİR'İN SAVAŞ YILLARI

Ankara Savaşı'ndan sonra İzmir'e gelen Türk Moğol İmparatoru Timur, Rodos şövalyelerinin elinde bulunan Gavur İzmir'in ele geçirilmesi için uğraşmaya başladı. İlk olarak dışarıyla bağlantısını tamamen kesmek üzere iç liman girişinin kapatılmasını istedi. Şövalyeler limanın ağzının kapatılmakta olduğunu görünce gemilerine binerek kaçtılar. 1402 yılı Aralık ayı sonunda şehir Timur'un eline geçti. Kale, temellerine kadar yıkıldı. Timur'un Anadolu'ya yaptığı bir yığın kötülükten sonra İzmir'i ele geçirmesi Anadolu için de, Türkler için de bir nimetti. Böylece bütün İzmir, Türk yönetiminde bir kez daha birleşti. Timur, şehrin yönetimini tekrar ortaya çıkan "Aydınoğulları"na verdi. Aydınoğulları, İzmir'i bu kez de ellerinde uzun süre tutamadılar. Yıldırım'ın İzmir'e Su Başı atadığı İbrahim'in oğlu Cüneyd, Süleyman Çelebi'nin yardımıyla İzmir'i zaptetti (1405 - 1406).
Aydınoğlu Cüneyd Cüneyd'in hayatı tam bir maceraya dönüştü. Son derece cesur, kurnaz ve mücadele azmi yüksek bir insandı. Süleyman Çelebi bağımsızlık peşinde koşan Cüneyd'i Rumeli'de bir valiye atayarak, İzmir'de huzuru sağlamaya çalıştı. Cüneyd kardeşler arasındaki çekişmelerden yararlanarak, 1413 yılında yeniden İzmir'e hakim oldu. Bu sefer artık devletin tek hakimi olan Çelebi Mehmet, İzmir'e gelerek Cüneyd'i esir etti (1415). Bizans tarihçisi Dukas'ın verdiği bilgiye göre, Çelebi Mehmet, Cüneyd'i ayaklarına kapanan annesinin ve karısının ricası ile affetmiştir. Çelebi Mehmet şehirde bulunurken, Rodos şövalyelerinin Timur'un yıktığı Gavur İzmir Kalesi'ni yeniden yapmaya çalıştıklarını görünce, derhal müdahale etti ve inşaatı durdurdu, yapılanları da yıktırdı.
Börklüce Mustafa 1420 yılında İmparatorluğu ciddi bir biçimde tehdit eden Şeyh Bedrettin Olayı patlak verdi. Timur'a yenilmiş ve parçalanma yolundaki Osmanlı ülkesinde İslamiyetin yenilikçi yorumlarına dayalı bir eşitlikçi kurtuluş hareketi düzenlemek isteyen Şeyh Bedrettin ile müridi Börklüce Mustafa'nın İzmir'deki faaliyetleri olumlu bir sonuç verdi. Beş - on bin civarında adamı olan Börklüce Mustafa, İzmir Sancak Bey'ini yenmeyi başardı. Ancak daha sonra devlet kuvvetlerinin müdahalesiyle her ikisi de yok edildiler. 1421 yılında Çelebi Mehmet'in ölümü ve yerine 2, Murad'ın geçmesi, arkadan Düzmece Mustafa Olayı, Cüneyd Bey'in yeniden İzmir'de sahneye çıkmasına sebep oldu. Cüneyd, 1422 yılında son kez İzmir'de hakimiyet kurmuştu. 2, Murad, Cüneyd Olayı'nın kesinlikle çözümlenmesine karar verdi. Cüneyd, 1425 yılında ele geçirildi ve bütün yakınlarıyla birlikte idam edildi. 500 yıla yakın bir süre bir daha sürekli bir düşman işgali görmeyecek olan İzmir kenti, Osmanlı yönetiminde yeniden gelişmeye başladı.

MALAZGİRT SAVAŞI ve ÇAKA BEY


Kutalmışoğlu Süleyman Şah'ın komutasındaki Türk Beyleri, Anadolu'nun dört bir yanını ele geçirdiler. Bİzans kaynaklarının verdiği bilgiye göre İzmir, 1081 yılında Çaka Bey tarafından fethedildi.. Malazgirt Savaşı (1071) ile Anadolu'nun Selçuklu'ların anavatanı haline gelmesi, Bizans İmparatorluğu'nun Anadolu'dan çekilmesine bir başlangıç oluşturdu. Bu savaşta Bizans'ın tüm kuvveti eridi. Bundan sonra Anadolu'da Türk fethi yayılmaya başladı. Kutalmışoğlu Süleyman Şah'ın komutasındaki Türk Beyleri, Anadolu'nun dört bir yanını ele geçirdiler. Bizans kaynaklarının verdiği bilgiye göre İzmir, 1081 yılında Çaka Bey tarafından fethedildi. Çaka Bey, İzmir'de egemenliğini sürdürebilmek ve genişletebilmek için donanmaya sahip olması gerektiğini çabuk kavradı. Kırk gemilik bir filo yaptırarak, sahil şehirlerini ve adaları ele geçirmeye başladı. Bir Bizans donanmasını bozguna uğratarak, Ege Denizi'nde hatırı sayılır güçlü bir donanma oluşturdu. Klazeormani (Kilizman), Phokea (Foça), Khios (Sakız), Lesbos (Midilli), Adramitium (Erdemit) ve söylentiye göre Samos (Sisam) ve Rodos da, Çaka Bey'in eline geçti.
Çaka'nın Ölümü Anadolu Selçuk Sultanı 1. Kılıç Arslan'a kızını vererek Büyük Selçuklu soyu ile akrabalık kuran Çaka Bey, Çanakkale Boğazı'na sahip olmak için Abidos'u kuşattı. İstanbul'u zaptederek İmparatorluğu ele geçirmek niyetinde olduğuna dair söylentiler etrafa yayıldı. Çaka'nın faaliyetlerinden telaşa kapılan Bizans İmparator'u Aleksisos Komnenos çok eski bir Roma-Bizans politikasına başvurarak, Kılıç Arslan ile Çaka Bey'in arasını bozmaya çalıştı ve bunda da başarı sağladı. Bizans'ın daveti ile yola çıkan Haçlı ordusundan habersiz olan 1. Kılıç Arslan, İmparator'un yazdığı, "Onun bütün bu fena planları hakikat halde sana karşıdır" gibi sözlere kanarak, İzmir'de ilk Türk Beyliği'ni kuran Çaka'yı öldürttü (1096).

İZMİRLİ İLK HRİSTİYANLAR

İzmir'li İlk Hıristiyanlar
Bu inanç, yıkılmasına az kalmış olan Roma yönetimi ve daha sonraki Bizans döneminde kuvvetlenerek devam etti. Günümüzde İzmir'de ismini yaşatan "St. Polycarpe Kilisesi" (Yeni Asır gazetesinin karşısında) bulunmaktadır.Her yıl 23 Şubat'ta St. Polycarpe Bayramı kutlanır. Kilisedeki törenlerde icra edilen "Polycarpe Duası" olarak bilinen özel bir ilahi vardır. Yapımı 1625 yılına uzanan St. Polycarpe Kilisesi, Osmanlı İmparatoru Sultan Süleyman'ın izni ve Fransa Kralı 13. Lui'nin iradesi ile inşa edildi ve yönetimi Kapusin Rahipleri'ne verildi.
Yuhanna'dan sonra havarilerden Pavlus'un Ege'ye gelmesiyle, İzmir, Efes, Bergama, Sardes, Alaşehir, Denizli ve Akhisar'da "Yedi Hıristiyan Kilisesi" kuruldu. Bu kiliseleri, bir mekan veya bina olarak değil, cemaat olarak düşünmeliyiz.. Hazreti İsa, çarmıha gerili iken annesi Meryem'i, havarisi Yuhanna'ya emanet etmişti. Yuhanna ve Meryem Ana, M.S. 42-48 yıllarında uzun bir yolculuktan sonra Ege'ye muhtemelen İzmir'e geldiler. Roma yönetimi altındaki bu yörelerde inançlarını yaymak için, Efes kenti civarına giderek bugün Panaya Kapulu denilen yere yerleştiler. Günümüzde Meryem Ana'nın yaşadığı ev, Hıristiyanlarca "Hac Yeri" olarak kullanılmaktadır. Meryem Ana'nın Mezar'ı ise bulunamamıştır. Çok büyük bir ihtimalle Bülbüldağı'ndaki bir höyükte, bulunacağı günü heyecanla beklemektedir.Yuhanna'dan sonra havarilerden Pavlus'un Ege'ye gelmesiyle, İzmir, Efes, Bergama, Sardes, Alaşehir, Denizli ve Akhisar'da "Yedi Hıristiyan Kilisesi" kuruldu. Bu kiliseleri, bir mekan veya bina olarak değil, cemaat olarak düşünmeliyiz..
İzmir'in Azizi Ancak, İzmir'de Hıristiyanlığı gerçek yayan Polycarpe (Polikarp) isimli inançlı insan oldu. Polikarp, M.S. 80 yılında Smyrna'ya gelmiş küçücük bir çocuktu. Kallitos adındaki zengin bir kadın tarafından İzmir Agorası'ndaki esirler arasından satın alınarak ve evlatlık yapılarak okutulmuştu. Polikarp, okudu, çalıştı ve büyüyünce korkusuz bir Hıristiyan militan oldu. 34 yaşında "İzmir Piskoposu" olacak ve hızla dinini İzmir ve çevresine yayacaktı. Ancak, düşmanları gittikçe zalimleşen Roma yöneticileri tarafıdan İzmir Akrapol'ü olan Kadifekale'de, Roma Stadyumu'nda yanmakta olan odun yığınlarının üzerinde 86 yaşında öüdürüldü (23 Şubat, M.S. 155 ). İddia edildiğine göre odunlar bir türlü Polikarp'ı yakmadığı için sonunda hançerle şehit edildi. Polikarp, öldürüldükten sonra "Aziz" ilan edildi ve Hıristiyanlarca "İzmir'in Patronu" olarak kabul edildi. İzmir'in yangın ve felaketlerden koruyacağına inanıldı. Bu inanç, yıkılmasına az kalmış olan Roma yönetimi ve daha sonraki Bizans döneminde kuvvetlenerek devam etti. Günümüzde İzmir'de ismini yaşatan "St. Polycarpe Kilisesi" (Yeni Asır gazetesinin karşısında) bulunmaktadır.Her yıl 23 Şubat'ta St. Polycarpe Bayramı kutlanır. Kilisedeki törenlerde icra edilen "Polycarpe Duası" olarak bilinen özel bir ilahi vardır. Yapımı 1625 yılına uzanan St. Polycarpe Kilisesi, Osmanlı İmparatoru Sultan Süleyman'ın izni ve Fransa Kralı 13. Lui'nin iradesi ile inşa edildi ve yönetimi Kapusin Rahipleri'ne verildi.

İZMİR'DE ROMA İZLERİ

İzmir'de Roma izleri
İzmir'in birçok köşesinde veya semtinde Roma döneminden izler bulunmaktadır. Şirinyer Su Kemerleri, Küçük Faustina'nın kabartması, Diyana Hamamları gibi.. Kentin İkiçeşmelik, Namazgah, Tilkilik ve Çankaya semlerinin altında Roma dönemi mışıl mışıl uyumaktadır.. Kadifekale'nin eteklerinde, Kemer Çayı üzerinde hala ayakta durabilen Kızılçullu (Şirinyer) Su Kemerleri, İzmir kenti Romalılar tarafından yönetilirken yapılmıştı. M.Ö. 133 ile M.S. 395 yıllarını kapsayan Roma Dönemi'nde İzmir, Ege'nin en görkemli kenti olarak İyonya dönemindeki şöhretini arttırarak sürdürüyordu. Eskiçağ Tarihçelerinin "Akvadük Kemerleri" diye isimlendirdiği bu kemerler, Kemer Çayı'nın öte tarafından kente gelen suyun akışını düzenlerdi. İki sıra halindeki kemerlerin inşaatında taş, tuğla ve Roma harcı kullanılmıştı. Kızılçullu Kemerleri, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlılar tarafından çeşitli kez tamir edildi ve uzun süre kullanıldı. Ne zaman uzaktan bu kemerleri görsek, Roma dönemi İzmir'ini hülyalı bir heyecanla düşleriz...
Küçük Faustina "Küçük Faustina", kıvırcık sarı saçlı, zümrüt yeşili gözlü, şeker gibi tatlı ve kumru gibi masum bir kızdı. Babası Roma İmparatoru Antoninus Pius'un görkemli sarayında yaşayıp giderken, İspanya kökenli savaşçı bir aileden gelen yakışıklı Marcus Avrelyus'a aşık oldu. İki genç, romantik bir aşk yaşayarak İsa'dan sonra 145 yılında törenle evlendiler. Prenses Faustina ile mutlu bir evlilik geçiren Marcus Avrelyus, kayınpederinin ölümü üzerine güçlü bir politik özgeçmişi olması yüzünden İmparator ilan edildi. İmparator Marcus, İsa'dan sonra 175 yılında kendisine karşı isyan eden Romalı General Cassus'a karşı Asya Seferi'ni başlattı. Yanına sevgili karısı Küçük Faustina'yı ve oğlu Commodos'u da almıştı. İzmir'e geldiklerinde, Faustina, Doğu'nun bu masmavi kentine vuruldu. Kadifekale surlarına çıkar, denizden esen güzelim imbata karşı, bembeyaz güvercinlerini azat edip gökyüzüne salıverirdi...

Agora'da Küçük Faustina'nın kabartmasının bulunduğu kemer

Şirinyer (Kızılçullu) Su Kemerleri
Ne yazık ki, Roma ordusu Toros Dağları'nı aşarken, Halala kenti civarında Küçük Faustina hastalandı ve kocasının kolları arasında ölüverdi. İmparator Marcus Avrelyus, büyük bir üzüntüye kapılmıştı. Suriye ve Mısır'a gittikten sonra, İzmir'e döndü ve karısının sevdiği bu kentten ayrılmak istemedi. Bu arada İzmir'li Aristides ile çok yakın dostluk kurdu. İşte, bu hüzün dolu günlerin dostluğu sonucu, İzmir İ.S. 178'de korkunç bir depremle yıkılınca İmparator'un özel ilgisiyle yeniden inşa edilebilmiştir. İzmir'liler, sevgili kentlerini yeniden kurarken Agora'nın batı yapısı girişindeki kemerli kapıya Küçük Faustina'nın sevimli bir kabartmasını yerleştirdiler... Burun, dudaklar ve çenesinin hafif zedelenmesine rağmen, günümüz İzmir Agora'sını süsleyen Küçük Faustina'nın güzel yaşatıyor değil mi?.. Küçük Faustina'nın Agora'daki kemer üzerindeki kabartması da bir Roma izidir...
Diyana Hamamları Antikçağ İzmir'inin ünlü Diyana Hamamları, Halkapınar Çayı'nın kaynayıp köpürdüğü yerde kurulduğu için, yüzyıllar sonra büyük bir çöküntü yüzünden suların içine göçmüş,tamamına yakın kısmı suların ve toprağın altına gömülmüştür. Bugün Halkapınar Su Deposu'nun yemyeşil suların altında izleyebileceğimiz birkaç sütun başlığı, vaktiyle hamamın çatısını taşırlardı. Bayraklı ile Halkapınar arasına yayılmış eski İzmir kentinin büyük anıtlarından birini oluşturan Diyana Hamamları, Roma döneminde ününü devam ettirmiştir. İzmir'lilerin bu hamamlara Tanrıça Artemis'in ismini vermeleri ilginçtir. Mitoloji şöyle anlatır: Tanrıça Artemis bir gün, bir su kaynağında çırılçıplak yıkanırken, güzel ve yabancı bir erkeğin kollarında bulmuştu kendini. Cesur aşığını derhal bir geyik şekline sokan Artemis, daha sonra onu köpeklerine parçalatmıştı. Eski İzmir'lilerin, Halkapınar'da çağıldayan su kaynağına Tanrıça Artemis'in saflığını, bekaretini ve kız oğlan kızlığını temsil etmesi sebebiyle Diyana Hamamları ismini takmaları bu yüzdendir. Belki de, Artemis'in başından geçen olay, gerçekten Halkapınar'ın masum sularında oluşmuştur. Vaktiyle, Mermer Kanalları'nda Nemezis'lerin (Su Perileri) yıkandığı Diyana Hamamları'ndan çok az bir kalıntı kalmıştır, ancak Halkapınar Çayı mışıl mışıl akmaya devam ediyor...

AGAMEMNON ŞİFALI KAPLICALARI


Agememnon Kaplıcaları ve çevresi de böylesine bir tarihi içinde barındırmaktadır.Binlerce yıllık eski kaplıca,hamam ve etüv alıntıları,toprağın dibine ve çevresine yayılmıştır.
İzmir'den Çeşme'ye giden karayolu, İnciraltı kavşağına gelince soldaki yol bizi 1 km. sonra Balçova'ya bağlı Agamemnon Kaplıcaları'na götürür. Dünyanın ilk hastehanesi olarak haklı bir üne sahip olan bu şifalı sular, ismini Troya kentine saldırılan Mykene Kralı Agamemnon'dan almıştır. Kardeşi Melelaos'un karısı güzeller güzeli Helen'i, Troya'lı çapkın Paris'e kaptıran Agamemnon, 10 yıl süren şavaşlardan sonra Troya'yı yakıp yıkmıştır ve Bergama yöresindeki Anadolu'lu kavimlerle çarpıştıktan sonra, yaralı ve hasta askerlerini bir kahinin önerisi üzerine Smyrna (İzmir) yakınlarındaki ılıcalara getirmiştir. Binlerce askerin tedavi edildiği ve daha sonra hamam ve mikropları yok etmek için etüvlerin inşaa edildiği bu kaplıcalar Antikçağ'dan Osmanlılara kadar ününü sürdürmüştür. İzmir üzerine elimizde buluna ilk haritalardan biri, 1764 tarihinde yapılan Joseph Roux haritasıdır.
Tarih, genellikle yerin altında esrarlı bir uyku içindedir.Arkeologlar, bu derin uykunun içine girip tarihin sırrını çözerler... Tarih, Ege tarihi ve toprakta Batı Anadolu ise, arkeologlara çok iş düşer, oysa, bazen tarihle merhabalaşmak için arkeologlara bile gerek kalmaz. Her şey apaçık gözlerimizin önündedir ve birazcık çaba koskoca uygarlıkları önümüze seriverecektir. Yalnızca, birkaç kürekçik çaba.... Agememnon Kaplıcaları ve çevresi de böylesine bir tarihi içinde barındırmaktadır. Binlerce yıllık eski kaplıca, hamam ve etüv kalıntıları, toprağın dibine ve çevresine yayılmıştır. Evet, bazen bir dozer gelip temeline İyonya'lıların attığı, kubbesine Selçukluların kurduğu bir tarihin hamamı yerle bir edebilir, ama, bulunan enfes bir sutun başlığı ve geçmişte var olup da mahalle aralarında yok olup giden buna benzer yedi stun başlığı, tüm eski kaynaklarda anlatılan 8 stunlu Koca Apollon Mabedi'nin varlığını bize fısıldamaz mı? İ.S. 129-189 yıllarında İzmir'de yaşamış olan yazar ve söylevi Roma Aristides,"Kutsal Söylevler" isimli kitabında 30 yaşlarında tutulduğu hastalıktan kurtulmak için bu kaplıcalarda verdiği çabayı anlatmıştır. İster Kocaman Kral Agamemnon tarafından isimlendirilsin, isterse Prof. Dr. Bilge UMAR'ın ileri sürdüğü gibi çok daha sonra Kyme'nin Küçücük Kralı Agamemnon tarafından isimlendirilsin, şu bizim Balçova'daki şifalı sular, batık bir tarihi okşayıp durmaktadır

AGORA'DA TANRILAR DÜNYASI

İzmir'in eski bir semti olan Namazgah'taki Agora kalıntıları, kentin Roma dönemiyle ilgili bir belge sunar bize. Ticari alan anlamına gelen Agora'da yapılan kazılarda tanrı Posedion ile tanrıça Demeter'in heykelleri bulundu. Agora, ilk kazıldığı 1930'lu yıllardan beri kapsamlı bir şekilde kazılmayı, tümüyle ortaya çıkarılmayı ve turizme kazandırılmayı baklemektedir. Agora eğer güzel bir restorasyon geçirirse bir kültür, sanat, turizm merkezi olabilir. İzmir Agora'sı kazıların Roma döneminde yapılmış "Tanrı Posedion"un kabartma şeklinde enfes bir heykeli bulunmuştur. Bu heykel, "Tanrıça Demeter"in heykeli ile yan yana günümüzde İzmir Arkeoloji Müze'sindedir. Kentin deniz ticaretindeki önemini vurgulayan Posedion kabartması, Bazilika'nın batı ucunda yerin altında ele geçmişti. Burnu kırıktır. Bir kaya üzerinde sola dönmüş vaziyette oturan ve krepis denilen ayakkabılarını giymiş olan Posedion'un belden aşağısı bir mantoyla sarılı, yukarı kısmı ise çıplaktır. Sağ elinde üç dişli bir asa, sol elinde Yunus balığı vardır. Bilindiği gibi Posedion, Denizler Tanrısıdır.
Denizler Tanrısı Denizdeki tayfunların, dalgaların ve girdapların hakimi olan Posedion, iyi insanları taşıyan gemilerin koruyucusu, kötü bandıralı donanmların amansız düşmanıdır. Mitoloji'ye göre Baştanrı Zeus ile devamlı didişen Posedion Anadolu'lu olduğu için, Troya savaşlarında Yunanlılara karşı, Anadolu özgürlük savşçılarını tutmuştur. Yunanlı savaşçılar, Posedion'un müthiş öfkesinden şikayet edip dururlar, tüm İlyada Destanı boyunca... Yine aynı sebepten, Yunanlı savaşçı, Odysseus denizyolu ile ülkesine dönerken, kükremiş, Posedion'dan az çekmez...

AGORA'DA TARİHLE RANDEVU

Agora'da Tarihle Randevu
M.Ö. 133 yılında Bergama Krallığı'nın sahneden çekilmesi üzerine Roma İmparatorluğu egemenliğine giren İzmir, özellikle İmparator Avgustus (M.Ö.44 - M.S.14) zamanında barış ve sükun içinde geçecek görkemli bir döneme adımını attı. İzsanları, sevgi aşk dolu idi... Roma zamanında, tüm yazarlar ve ozanların aynı görüşteydi: "Doğu'nun Gerdanlık Kız'ı Smyrna, en güzel çağını yaşamaktadır.." Ne yazık ki, M.S. 178'de müthiş bir deprem oldu. Mermer sütunlu binalar, kağıttan şatolar gibi devrildiler. İzmir, yerle bir olmuştu. Açlık, yangın ve salgın hastalık, vahşi kurtlar gibi saldırdı güzelim İzmir'lilere... O yıllarda kentte "Aristides" isimli bir söylevci yaşardı. Balıkesir doğumlu bu söylevci astımlı olmasına karşın, eşsiz söylevleri ile halkın sevgisini kazanmıştı. Manisa'lı Antikçağ Tarihçisi Pausanias'e göre, depremin olduğu yıllarda 60 yaşında olan Aristides, bir gün rüyasında Baştanrı Zeus'u gördü. Zeus, İzmir Agora'sı Zeus Soter Sunağı'nda bir boğa kurban ederek, kent üzerindeki felaket bulutlarının dağıtılmasını istemişti.
Aristides'in rüyası Aristides, İzmirlilere rüyasında Zeus'u gördüğünü iletti. Halkın arasına karışarak, yeniden kentlerini kurmaya çabalamalarını ve kesinlikle vazgeçmemelerini istedi. Morallerini düzeltmek için onlara şiirler okudu. Aristides şiir okurken, halk sarsıntıların durduğunu fark etti. Aristides, İmparator Marcus Avrelyus ve Romalı senatörlere baş vurarak yardım istedi. Çok geçmeden yardım getiren yüzlerce kadırga Kordonboyu'nu doldurmaya başlamıştı. Kent, yeniden inşa edilmeye başlandı. İzmirliler, yüce Aristides için Agora'ya bir büst diktiler. Büstün kaidesinde "Aristides Smyrneos" (İzmir'in Çocuğu Aristides) yazılmıştı. Günümüzdeki İzmir'i belki biraz da Aristides'e borçluyuz değil mi? Günümüzde Agora'ya gittiğimizde tarihle buluşmuş oluruz sanki.. İzmir Agora'sı, Büyük İskender tarafından yeniden kurdurulan kentin iskanı sahası Kadifekale'nin kuzey yamacında, şimdiki adı ile Namazgah mahallesindedir. Eskiden Türk mezarlığı olan Agora kalıntları, yüzyıllardır yarı açıkta duran bazı mermer sütunların ilgi çekmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Agora'nın ortaya çıkarılmasındaki en büyük hizmeti, İzmir Arkeoloji Müzes'nin eski Müdürü Selahattin Kantar yapmıştı. Türk Tarih Kurumunun yardımı ile 1932 - 1941 yıllarında bizzat kazıları yürüten Selahattin Kantar ve daha sonra Agora hakkında çeşitli yayınlar yapan Arkeolog Hakkı Gültekin, Roma dönemi İzmir'ini aydıtlatm açısından paha biçilmez bir hazine olan Agora'yı gözler önüne sermişlerdir.
Küçük Faustina İzmir, M.S.178 yılında müthiş bir deprem sonucu yerle bir olmuştu. Kalıntıları bulunan Agora'nın 178 yılından sonra İmparator Marcus Avrelyus'un yardımları ile yeniden inşa edilen Agora olduğu tespit edilmiştir. Çünkü İmparator'un eşi Küçük Faustina bu tarihten sonra Anadolu'da vefat etmiştir. Agora'da Küçük Faustina'nın büstünün yapışık olduğu bir kemer bulunmuştur. Bu nazlı Kraliçe'nin güzelim büstü günümüzde de Agora'yı süslemektedir. İzmir Agora'sı bir ticari Agora değil, aksine bir devlet Agora'sıdır. Yani devletin ticaretinin ve ekonomisinin düzenlediği bir kurumdur. Ticari Agora'larda bulunmayan bir Bazilika'nın ve içinde mahkeme salonlarının bulunuşu ve 28 adet dükkanın devletin emtia ve donanımını korumakla ilgili bulunması, bu yapının İzmir'deki Roma Bürokrasisi için son derece önemli bir yer olduğu belgelenmektedir. Balıkesir'li Aristides'e göre, Agora aynı zamanda dini bir hüviyet taşımaktaydı. İzmir Agora'sı günümüzde turistlerin büyük ilgisini çeken bir yapı olarak, yarı yarıya gün ışığına çıkarılmış görüntüsü ile İzmir'i süslemektedir. Agora'nın çevresinde daha nice Eski İzmir kalıntılarının bulunduğu tahmin edilebilir.

ROMANIN ASYA YILDIZI: İZMİR

Roma'nın Asya Yıldızı İzmir, Roma döneminde çok parladı. İmparatorluğun Asya'daki en önemli kentlerinden biri haline geldi. Ilıman iklimi ve güzelim dünyası ile Roma aristokrasisinin bir sayfiye kenti olan İzmir'in ünü dünyaya yayıldı...
Tapınaklar, okullar, kültür sarayları, hastaneler, muazzam taklar, geniş caddeler, büyük bir mimari sezgi ile düzenlenmiş semtler, jimnazyumlar, koşu alanları ve tiyatroları ile İzmir; coğrafyacı Strabon'un dediği gibi, dünyadaki kentlerin en güzelleri arasındaydı. Bu yüzden İtalya'dan, Yunanistan'dan, Adalar'dan ve Asya'dan birçok öğrenci okumak için İzmir'e gelmekteydi. Roma döneminde İzmir'de yontulan bir mermer kitabede, İzmir'e "Alimler Ormanı" denmesi herhalde boşuna olmasa gerek...
Mermer Uygarlık Antikçağın ünlü coğrafyacısı ve seyyahı Amasyalı Strabon, Milada yakın tarihlerde İzmir'e gelmişti. "Roma Dönemi İzmir"ini anlatan Strabon, kenti yüzyıllarca sonra gözlerimizin önüne getirir. "Burada İzmir'lilerin körfezi ve kent var. Derhal bir ikinci körfez daha var ki, bunun sonunda Eski İzmir kenti uzanır. Lidyalılar burayı tahrip ettiklerinde, İzmir'liler dört yüz sene kadar çevre köylerde yaşadılar. İzmir daha sonra Antigonos ve Lysimakhos tarafından yapıldı ve bu İzmir şehri hepsinin en güzeli oldu. Kentin bir kısmı Pagos / Kadifekale üzerinde olup, büyük kısmı ovada limana, Kibele Tapınağına ve Jimnazyum'a doğru uzanmaktadır. Mahalleler düzhatlar halinde ve gayet güzel yapılmıştır. Sokaklar kaldırımlarla döşenmiş olup, sütunlara dayalı kemerli dehlizler dörtgen şeklinde gerek ovada, gerekse kentin yüksek kısmına uzanıyorlar. Kentin bir kütüphanesi, bir Homerion'u (Kültür Sarayı), bir Homeros Tapınağı ve Homeros heykeli vardır. Kentin duvarı dibinde Meles nehri akmaktadır ve kentin diğer ucunda bir kapalı liman vardır..." Strabon'a ek olarak İzmir'i anlatan birçok eski yazar, kentin agarolar, tiyatro, tapınak ve stadyum ile dolu olduğunu anlatmaktadır. Değirmendağı'nda Sağlık Tanrısı Esculap ile Vesta için bir tapınak bulunurmuş. Homeros tapınağı Halkapınar'da, Kibele Tapınağı Tepecik'te, Nemesis Tapınağı ise Kadifekale'de imiş. Jimnazyum'un ise, şimdiki İtfaiye Binası yakınında olduğu tahmin edilmektedir.
Romalılar, İzmir'e İ.Ö.133 ile İ.S. 395 yılları arasında egemen olmuşlardı. Roma dönemi İzmir'i başlı başına dev ve görkemli birünlü savaşçılar, generdönemdir. Sezar, Oktavyanus, Marcus Airelyus, Brütüs ve Hadrianus gibi Romalı İmparator ve şöhretlerin vaya Kraliçe Küçük Faustina'nın aşık oldukları doğunun efsane kızıdır İzmir...Asya'nın Gerdanlık Kızıdır, görkemli Smyrna... Romalı İmparatorlar,aller ve konsüller dinlenmek ve doğunun gizemine savrulmak için Akdeniz'in en doğusundaki İzmir'e gelmişlerdir.. Küçük Asya'daki Tiber Irmağı yapılması için on birkent arasında bir tercih yapılması gerekiyordu. Bu kentler şunlardı: Sardes, Troya, Tralles (Aydın), Hypepes (Ödemiş), Laodikya (Denizli), Halikarnas (Bodrum), Magnesia (Manisa), Efes, Milet, Bergama ve İzmir... Tüm bu ünlü kentler içinde M.S. 14 yılında, bizzat Roma İmparatoru tarafından yapılan seçimde önceliği "İzmir" almıştır.Kent Romalılar zamanında gemi inşa eden tersaneleri yüzünden tüm Akdeniz'de büyük bir üne sahip olmuştur.
Asya Olimpiyatları Bu arada Asya Olimpiyatları'nın İzmir'de yapılmasını ilave edelim. İmparator Maksimiyen, Gordiyen ve Galiyen zamanında basılan madalyalar üzerinde "İzmir'de Asya'nın Genel Olimpiyatları" cümleleri vardır. Antikçağın Tarihçilerinden Filostrat'ın yazdığına göre Roma dönemi İzmir'i tüm Avrupa kentleri ile yarışacak derece güzel ve mamur idi. İzmirliler, bu dönemde ticaret, bilim, eğitim alanlarında zamanın en ileri düzeyini temsil ederlerdi.

BÜYÜK İSKENDER İZMİR'DE

Büyük İskender İzmir'de
İsa'dan önce 336 - 323 yılları arasında bir dünya imparatorluğu kuran, Batı ile Doğu'yu devleti içinde birleştirmeyi amaçlayan ve "Helenistik Uygarlık" diye bir dönemi yaratan Makedonyalı Büyük İskender, antik çağın en ünlü kişilerinden biridir. Ege Denizi'nden Indus havzasına, Libya çölünden Hazer denizine kadar yayılan geniş İmparatorluğu ile, Bütün fetihlerini gerçekleştirdiği zamanın kısalığı, çağdaşlarının belleğinde silinmez bir iz bıraktı ve yığınla efsanenin kahramanı durumuna getirdi onu. İskender Makenodya dağlarından yola çıkıp, bilinen tüm kıtalara yayılmayı amaçlayan büyük bir fatihti.. İşte Anadolu'ya da, bu yüzden muazzam ordularıyla birlikte gelmişti.. İzmir'in ikinci kez kurulması bu öykü içinde yer alır.. Tıpkı İskender'in ismini taşıyan nice kentler gibi (İskenderiye, İskenderun), İzmir de bu dönemden sonra İskender'in mührünü taşımaya başlayacaktır. Efsanelere karışmış olan İzmir'in ikinci kuruluşu öyküsü şöyledir.. İsa'dan önce 334 yılında Sardeis'ten (Sart) İzmir'e gelen Büyük İskender, o zaman ormanla kaplı " Pagos Tepesi" denilen Kadifekale'de Nemesis Kutsal Alanı'nda (İzmirliler çifte Nemesis'i, yani ikili su perisini kutsal sayarlardı) avlanırken, bir ara ulu bir çınarın (bazı kaynaklarda palmiye diye geçer, örneğin George Bean) altında uykuya daldı. Rüyasında gördüğü iki Nemesis, İskender'den yepyeni bir kentini uyuduğu tepenin eteklerinde kurmasını isterler.
Kahinin yorumu Uykusundan uyanan İskender, Klaros'un (Ahmetbeyli) Apollon Kahini'ne gördüğü rüyayı anlatarak, fikrini sordu. Kahini Rüyayı tek bir cümlede yorumladı: - Kutsal Meles Çayı kenarındaki Pagos Tepesi eteklerinde yerleşecek İzmir'liler, eskisinden dört kez daha mutlu olacaklardır. İskender generalleri Antigonos ve Lysimakhos'a yeni kenti kurmaları için emir verdi. İnşaatlara Antigonos başladı, kenti bitiren ise, Lysimakhos oldu. Nemesis adında Kadifekale'de bir tapınak yapıldı. Böylece Bayraklı'daki yerleşmeden sonra, "ikinci İzmir kenti" şekillenmeye başladı...

İZMİR'İN LİDYAYILARCA TAHRİBİ

M.Ö. 652 - 615 yılları arasında Batı Anadolu siyasi bakımından karmakarışıktı. Lidya - Asur - İyon ittifakınım Kimiri'leri yenmesi, yeni bir dönem başlattı.. İzmir M.Ö.600 yıllarında Lidyalıların hücumuna uğradı. Frigya devletinin nüfuzunun kırılması üzerine Batı Anadolu'da güçlenen Lidyalı'lar, devamlı olarak sahil kentlerini ele geçirmeye uğraşıyorlardı. Bu bölge de egemenlik kurmak isteyen Kimiri ve Asur yanlısı kavimlerde İyon kentlerini huzursuz ediyordu. M.Ö. 652 - 615 yılları arasında Batı Anadolu siyasi bakımından karmakarışıktı. Lidya - Asur - İyon ittifakının Kimiri'leri yenmesi, yeni bir dönem başlattı.
İzmir'in Gözyaşları Bu kez, güçlenen Lidya, İyon devletlerini ele geçirmek istiyordu. İzmir Lidya Kralı Alyettes tarafından kanlı bir şekilde zapt edildi. Kent, baştan başa tahrip edildi. Bayraklı kazılarından ortaya çıkan yanmış kalıntılar, bu dönemde kentin yakıldığını ortaya koymaktadır. Katliam devam ederken, İzmirliler çevreye kaçtılar. Böylece, İzmir civarında Bornova, Naldöken, Halar, Pınarbaşı, Narlıdere, Altındağ ve Buca gibi köyler kurulmuştur. Bu dönemde bağımsızlıktan yoksun İzmirliler vatan hasreti çekerek, tutsak yaşamlarına devam ettiler. Bölgenin ticari ve kültürel üstünlüğü Foça'nın eline geçti.
Pers İstilası 30 yıl kadar sonra, bazı İzmirliler, kente döndüler ve 25 yıl kadar yıkık sönük İzmir'de yaşadılar. Ancak, bu kez de Pers istilası başladı. İzmirliler, yine çevreye dağılacaklar ve ancak 150 sene sonra geri döneceklerdir. İzmir, M.Ö.546 - 334 yıllarını acımasız Pers zulmü altında geçirdi. Bu dönemde İyonlular bazen Perslere karşı direndiler ve bazen de Pers orduları saflarında Helenistan'a karşı savaşa zorlandılar.Vahşi bir tarihsel süreci yaşayan İzmirliler, gittikçe fakirleşen kentleri için inim inim inlediler. İzmir, yeniden kuruluşunu Pers'lere karşı büyük bir seferi başlatan "Makedonyalı Büyük İskender" isimli bir fatihe borçlu olacaktı...

İZMİRLİ ŞAİR: HOMEROS


İlyada ve Odysseia isimli efsanevi yapıtları günümüze kadar ulaşmış olan tarihin ilk ve en büyük şairi Homeros, İzmirde doğmuştu. Halikarnaslı Tarihçi baba Heredotos'a göre İ.Ö.850 yıllarında yaşadığı ileri sürülen Homeros kadar gelmiş geçmiş tüm dünya halklarını etkilemiş bir başka ozan daha yoktur. Homeros'a yedi kent sahip çıkarak, kendi hemşehrileri olduğunu iddia etmişlerdir. Bu kentler içindeki Salamis, Argos, Atina ve Rodos'ta, Homeros'un yaşadığını ileri sürmek bilim dışıdır.Çünkü Homeros destanlarını bir Anadolu lehçesi olan İyonca-Aiolya'nın sınır kenti İzmir'dir. Bu sözlü şairler daha sonra yazıya geçirilmiştir. Ayrıca o çağlarda bu eserleri Yunanistan'da değil yazılacak, okuyacak ve anlayacak bir kültür düzeyinin bulunabilmesi imkansızdır.Homeros'tan ancak 200 yıl sonra örneğin bir Solon alışveriş için geldiği Anadolu'da okuma yazma öğrenebilmiştir. Homeros'un Sakızlı olduğunu gösterecek en ufak bir işaret ve belge de yoktur (Yalnızca Homeros'un Sakız'a sürgün gittiğine dair söylentiler vardır, bu bağlamda adada Homeros Kayalıkları diye isimlendirilen bir yer bulunmaktadır). Geriye Kolophon (Değirmendere) ve Smyrna (İzmir) kalmaktadır. İlyada Destanı Homeros'un baş yapıtı "İlyada" Destanı, Greklerle, Anadolu'lu Troya halkı arasında on yıl süren savaşların son kırk günlük bölümünü içerir. Yaklaşık 16.000 mısradan oluşmuştur. Yurt sevgisi ile tutuşan Homeros, bu destanında açık ve net olarak Troyalıları tutmuş,Yunanlı önder ve savaşçıları gaddar ve saldırgan olarak olarak göstermiştir. Onun Anadolu'lu olduğunu gösteren en büyük delil de budur. Homeros'un ikinci yapıtı "Odysseia" Destanı ise, Troya savaşlarından on sene sonraki dönemi anlatır.Bu destanda, "Odysseus" isimli bir savaşçının yurduna dönmek için gösterdiği çaba işlenir. Yaklaşık 12.000 mısradır. Anadolu Uygarlıklarının en eski tarih ve kültür kaynakları olan "İlyada" ve "Odysseia" Destanları, Dünya Edebiyatının en çarpıcı metinleri olarak günümüz yaşamında etkisini tüm şiirselliği ile sürdürmektedir. Meles Çayı... Aristotales, Homeros'un doğumunu şöyle anlatır: "Anadolu'ya İyon göçleri sırasında İos Adası'nın bir kızı olan Kriteis, bir ilah tarafından hamile kalır. Bu kadın Egina'ya kaçarsa da, korsanlar, kadını İzmir'de Lidya Kralı Maion'a sunarlar. Kral,kadına aşık olur ve onunla evlenir.Bir süre sonra Kriteis, Meles Çayı kenarında Homeros'u doğurur ve akabinde ölür. Maion bu kendinden olma- yan çocuğu büyütür ve ona doğduğu yeri vurgulayan "Melesigenes" (Meles'in çocuğu) ismini verir. Anikçağın çeşitli yazarları Homeros'un yaşantısı hakkında farklı şeyler söylemelerine karşın birleştikleri iki önemli konu vardır: Kör olan Homeros, İzmir doğumludur ve bu şair Meles Çayı'nın kıyısında şiirlerini söylemiş, çayın denize kavuşmak için kıvrıla fışkıra ilerlediği yörelerde lir çalarak destanlar şakımıştır... Eski yazarlar, Meles Çayı'nın günümüzdeki Halkapınar Çayı olduğu konusunda birleşmişlerdir. Ancak, modern çağın yazarları, tarihçeleri ve arkeologları, Meles Çayı'nın Kemer Çayı olduğuna dair eğilime sahiptirler... "Deniz perilerine ismini veren ve kaynağından denize kadar yatağını kazan Meles, kentin kapıları önünde kolunu uzatır. Kaynadığı yer, denize doğru suları akan bir hamamdır (Diyana Hamamları).. Meles, mağaraların, evlerin ve ağaçlık korulukların arasından geçip gider. Meles çağıldamaz, bunun dalgaları sessiz ve usulca denize kavuşur. Bazen, denizin dalgaları köpürünce Meles'in dalgaları geri bile çekilir. Meles'in her tarafı balıkla doludur. Yaz, kış aynı seviyededir. Ne kurur ve ne de kükrer... Meles, serseri değildir, yatağını terk etmez, çünkü İzmir'in aşığıdır. Onun amacı, şehri öpe koklaya, yavaş yavaş sevişerek, denize ulaşmaktır..."

KİBELE ve İYONYA KRALİÇESİ


Anadolu'nun en eski halkları, "Tanrıça Kibele" isimli güzellik, bereket ve iyiliği simgeleyen iri yarı ve sevimli bir kadına taparlardı. Anaerkil bir toplum düzeninin egemen olduğu o çağlarda Anadolulular, özgürlük ve uygarlığın temel dayanağını bu tanrıçada bulmuşlardır. Üç kadınsı özelliği (kız oğlan kızlık, kadınlık ve analık) şahsında bütünleştiren bu tanrıça, Luwi, Lelej, Frig, Amazon, Eti veya Hitit kavimlerinin kutsal önderi idi... Daha sonra Anadolu'ya gelen Helen kavimleri de Kibele'yi kabullenerek, kendi Olimpus Tanrılarının Anası ilan etmişlerdir. 1886 yılında, Buca'nın kuzeydoğusundaki bir mağaranın içinde kayaya oturtulmuş bir dev kadın tanrıça kabartması bulunarak, British Museum'a taşınmıştı. Bu kabartmanın Hitit ve Amazon öncesi ilk İzmir'liler tarafından yontulduğu sanılmaktadır. Batı Anadolu'daki Hitit kavimlerinin Kibele'ye taptıklarına dair en önemli bulgu ise, Manisa'nın Spil dağında bulunan 8 metre boyundaki Kibele kabartmasıdır. Bu kabartmanın yanında yarı hiyegrolif Hitit yazıları vardır. Kabartma, yapıldığı yerde aşınmış bir şekilde aynen durmaktadır. Luwi, Lelej, Frig ve giderek Amazon veya Hitit türevi halkların oluşturduğu ilk İzmirlilerce adı, "Spiloslu Ana" idi. Savaş ve barışlarda onun üzerine yemin edilirdi ve paraların üzerine "Tanrıların Smyrnalı Anası" ibaresi konmuştur.
Matroon Tapınağı İzmirliler Kibele şerefine şimdilik Tepecik civarında Matroon denilen bir tapınak inşa etmişlerdi. İ.Ö.300 yıl önce kentin en görkemli yapısının Matroon olduğu birçok eski yapıtta geçmektedir. Homeros, tapınağın özel şarabını Pramniyalı Şarap olarak isimlendirilir ve çok över. Tanrıça Kibele'nin Matroon Tapınağı, eğer Lidya Kralı Alyttas'ın tahribinden kendisini kurtaşmışsa, günümüzdeki İzmir'in altında mışıl mışıl yatmaktadır...
İyonya Kraliçesi Hitit Devleti'nin çöküşüne ve Troya'nın yıkılışına rastlayan M.Ö.1200 yıllarında, İzmir kenti yepyeni bir uygarlık değişimine sahne oldu. Hellenistan'dan göç eden Aliol denilen kavim, bölgeye gelerek yerleşti. Biga yarımadasından İzmir'in kuzeyine kadar olan bölgedeki bu yerleşme sonucunda (Aiolya=Eolya) denilen bir uygarlık fışkırdı. Özellikle İllirya'dan gelerek saydıran Dorlar'ın Hellen topraklarını istilası sonucunda, Batı Anadolu'ya göç eden Grek kökenli diyebileceğimiz topluluklar ikiye ayrılmıştır: 1 - Biga Yarımadası'ndan İzmir'in kuzeyine kadar olan yerlere "Aliollar" (veya Eoller) yerleşiyor ve bu bölgeye "Aiolya"(Eolya) ismi veriliyordu. 2 - İzmir'den Büyük Menderes'e kadar olan yörede ise "İyonlar" yer alıyor ve bu bölgeye "İyonya" deniliyordu. İzmir, M.Ö.800 yıllarında Kolophan'dan gelen İyonların egemenliğine girmişti. İşte bundan sonraki yedi ve sekizinci yüzyıllar İzmir'in en parlak ve görkemli bir dönemini oluşturmuştur. Homeros'un İzmir'de yaşadığı yıllar bu döneme rastlar... Tarihçi Pausanias 23. Olimpiyatlarda yumruk güreşinde (Boks) birincisi gelen İzmir'li Onomaston'tan söz ederken, İzmir'in daha o yıllarda İyonya Federasyonu'na girmiş olduğunu bildirir. Bu da 688 yıllarına isabet etmektedir. Federasyon Kentleri "İyonya Federasyonu", çeşitli kent devletçiklerinin bir araya gelerek oluşturduğu bir siyasal ve dini birliktir. 12 kentin oluşturduğu bu birliğe daha sonra İzmir de dahil edildi. Bu birliği bağlı kentleri şöyle sıralayabiliriz: Foça, Efes, Milet, Kolophon, Teos, Klazomenai (Kilizman), Erythrai (Ildır), Priene, Chios (Sakız), Sisam (Samos), Myus ve İzmir (Smyrna) ... Bu kentler içinde, en zengini ve mutlusu giderek İzmir olmuştur. Uzak Asya'da uzanan İpek Yolunun denize açıldığı yerdeki İzmir, bölge ticaretini ve kültürel yaşamanın elinde tutuyordu. Asya Ana Tanrıça Tapınma Ayini'ni ve Apaturia Festivallerini düzenleme hakkı İzmir'indi. Delos Adası'nda yapılan Geleneksel Apollon Törenleri'nde İzmir'e delegasyon İmtiyazı verildi. Antikçağın birçok yazarları, o dönemdeki Smyrna'nın baş döndürücü güzelliğini anlata anlata bitiremezler. Homeros'un da bu dönemde İzmir'de yetişmesi bir tesadüf değildir.

"ASYA BİRİNCİSİ" İZMİRLİLER

İzmir'in dişi özelliği birçok antik sikkede ortaya çıkar. Amazon figürünün bu sikkelerde ağırlıklı biçimde yer alması bu yüzdendir. İzmir'in birinci özellikleri ve güzellikleri, sikkelerde mutlaka vurgulanır. Karabel'deki savaşçı kabartmasının kimliği üzerine çok tartışma yaşanmıştır. Genelde bir "Hitit savaşçısı" olduğu iddia edilen kabartmanın Prof. Bilge Umar tarafından bir "Luwi Kralı" olduğu yolunda yayınlar yapılmıştır. İzmir'e sahip çıkan birçok uygarlıklar, bastırdıkları paralarda Amazon veya dişi resmi bulunmasına özen göstermişlerdir. Örneğin Mareus Tartius zamanı Roma egemenliğinin bir simgesi olan bir sikkeyi inceleyim. Sikkenin bir yüzünde bir Prenses veya gençkız büstü görülmektedir. Bu prensesin Sabina Tranquilina olduğu tahmin edilmiştir. Prenses, bir elinde başak, öbür elinde boynuz tutmaktadır. Bu kompozisyonun etrafında çepeçevre "Asya'nın Birincisi İzmir'liler" cümlesi görülmektedir. Sikkenin öbür tarafında ise, ayağını bir geminin baş tarafuna koymuş ve zırh giymiş bir Amazon kabartması bulunmaktadır.

Denizci Özellik
Kadının sağ elinde Mabetlerde kullanılan bir kadeh ve sol elinde Pelto denilen Amazon kalkanı vardır. Kabartmanın alt kısmında bir perde parçası veya kalkanı iyi tutmaya yarayacak bir peşgir ucu görülmektedir. Amazonun başında kuleli bir taç vardır. Bu taç, İzmir egemenliğini yansıtır. Gemi ise, Ege'nin en işlek limanına sahip olan kentin denizci özelliğini gösterir. "İzmir Üzerine Tetkikat" isimli kitabın yazarı Konstantin İkonomos, üzerinde Amazon kabartması olan Roma sikkelerini uzun uzun anlatarak, dikkati çekmiştir. Sikkeler üzerindeki "Asya'nın Birincisi İzmirliler" sloganı da kentin Roma döneminde bile hala görkemli şöhretini devam ettirdiği ispatlanmaktadır.

Karabel'de Savaşçı
Bayraklı Höyüğü'nde yapılan kazılar, yaklaşık M.Ö.2000 yıllarında İzmir'de önemli uygarlık değişiminin gerçekleştiğini göstermiştir. Aynı dönemde Orta Anadolu'ya Hitit'ler gelmişler, yeni ve özgün uygarlık kurmuşlardı. Bu uygarlığın Batı Anadolu ile çok sıkı ilişkiler içine girdiği gözlemlenmiştir. Hititlerin en güçlü oldukları M.Ö.1400-1200 yıllarına isabet eden dönemle ilgili olarak, Bayraklı'da Hint vazolarının taklidi çok enfes toprak çanak ve çömlekler bulunmuştur. Kemalpaşa-Torbalı yolu üzerinde Karabel'de bulunan iki Hitit savaşçısı kabartması ile Manisa Spil Dağı'ndaki Kibele kabartması, Hititli sanatçıların elinden çıkmadır. (Prof. Bilge Umar, Karabel'deki kabartmanın bir Luwi Kralı'na ait olduğu konusunda dikkat çekici yayınlar yapmıştır). Karabel'deki kabartmalardan biri son yıllarda çökme sonucu vadiye yuvarlanmış ve kaybolmuştur. Tüm bu bulgular, M.Ö.1000'li yıllar boyunca Hitit'lerin Batı Anadolu'yu siyasi egemenlik altına bulundurduklarına işaret etmektedir.

AMAZONLAR ve İZMİR'İN İLK İSMİ


Dilden dile dolaşan efsanelere göre İzmir kentine ismini bir Amazon Kraliçesi vermiştir.Smyrna,Zmirni,Esmira,Yezmirr,Samornia vs. olarak isimlendirilen kent,sonununda Türkler tarafından İzmir olarak benimsendi.Önce efsanelere göz atalım..Milattan önceki yıllarında Anadolu,büyük Hitit Uygarlığının egemenliğine sahne oldu. İşte söylencelere göre, tarihe geçen efsanevi İzmir kentinin, ismini M.Ö.15.Yüzyılda Doğu karadeniz'in The miskyra kenti çevresinden kalkıp gelen Hititlerin kadın savaşçı papazlardan aldığı iddia edilir. Tarihin ilk yazıcıları, bu esrarlı kadınlara "Amazon"ismini takmştır...(Bu yorum,tamamen efsanelere dayalıdır.) Sağ memeleri kesilmiş, kalkanlı ve mızraklı, sırım gibi vücutlara sahip, adaleli ve yanık yüzlü bu kadınlar, dev gibi atların üzerinde Pagos (Kadifekale)eteklerinden tozu dumana katarak, Meles Çayı kıyılarına ve Halkpınar bağlarına indiler. Uzun saçlı bu kadınların şakaları yoktu ve iyi savaşıyorlardı.Dişi SavaşçılarYerli halkın bu yeni kavimi kabullenmekten başka çareleri olamazdı. Tarihin Babası Halikarnassos'lu Heredotos, Amazonların Yunan dilindeki "Oiorpato"sözcüğünden kaynaklanan "erkek öldürenler"anlamına geldiğini yazmaktadır. Heredot, Strobon, İkonomos ve Halikarnas Balıkçısı gibi yazarlar, bu kadınların ne yaman dilberler oldukları ve Ege'nin en güzel kentine ismimi verirken, tüm dişiliklerini en dipteki harca karıştırdıkları konusunda hemfikirdirler. İzmir gibi,Efes'in de Amazonlar tarafından isimlendirildiği söylencelere karışmış tarihsel gerçektir. Bir başka söylenceye göre ise, bugünkü İzmir yöresinde yaşamış Elektdi isimli bir kavim, Amazonlarla savaşarak onları yenmişti.Sonra, kıralları These, Amazon önderi Smyrna ile evlenmiş ve kente onun adını verdirtti.Böylece, Herakles ve Thesus mito-öykülerinde ismi geçen Amazon Kıraliçesi Smyrna, kente ismini vermiş oldu.Smyrna..
İzmir İsmi
Bu kelime, çeşitli dillerde aksan farklılaşmalarına uğrayarak benzer biçimlerde kullanılmıştır: "Zmirna,Smirne, Simire,Semire, Lesmire, Lesmirr, Ksimire, Siniros, Mirina, Samorna, Simira, Zmirna, Zimirra, İsmire, Yezmir gibi.." Bütün bu erişilmez kız imgeleriyle yüklü isimler, Hititi, Helen, Roma, Latin, Bizans, Slav, Arap, Hun ve Türk dillerindeki İzmir'di.Eski İyon lehçesi , isimlerin başına"i" belirleme sözcüğügetirilerek, kentin adını"İzmirni" olarak söylemiştir. Bu gün kullanılan İzmir sözcüğü işte bu kökten gelmektedir.Akurgalın YorumuOrd.Prof.Ekrem Akurgal'a göre, İzmir (Smyrna) kelimesinin kökü şöyledir:"İzmir sözü eski iyon lehçesinde "Smure", Attika (Atina çevresi)lehçesinde ise "Smyrna"diye yazılırdı.Bugünkü Hellenler bu kentin adını "Smirni" biçminde okumaktadırlar. Ancak söz konusu Smyrna sözcüğü Yunanca olmayıp, Ege yöremizdeki birçok yer adı gibi Eski Anadolu kökenlidir. Nitekim M.Ö.2.Binin baaşlarına ait Kayseri'deki Kültepe yerleşmesinde elde edilen metinlerde "İsmurna" diye bir yer adına rastlanmaktadır. Tismurna'daki "ti" bir ön ek olup, şahıs yada yer adına işaret etmektedir. Hellenler öncesi bayraklı Höyüğü'nde oturanlar ön eki atmışlar ve asıl adın kendisini "Smurna" sözünü kullanmışlardır.Böylece kent büyük bir olasılıkla M.Ö.3000ya da en geç M.Ö.1800 sıralarında "Smurna" adı ile anılıyordu. Kültepe tabletlerinde rastlanan yer adının bu günkü İzmir kenti olup olmadığını söyleyecek durumda değiliz. Çünkü aynı adı taşıyan birkaç kentin daha var olması mümkündür. Örneğin eski Yunan kaynaklarından öğrendiğimize göre hem Bayraklı'daki yerleşme, hem de Ephesos'un kendisi ya da onun bir bölümü "Smurne"adını taşıyordu.Umar'ın YorumuProfDr.Bilge Umar, ise farklı bir yorum getirir: "İzmir kenti adının bildiğimiz en eski biçimi.Aynı sözcük, Hellen dilinde, Arabistan Mersini(Myrte d' Arabie) ağacından elde edilen güzel kokulu öz suyunu anlatır. (Heredotos,2 40,73,86 vs.) Bu anlamıyla dahi Hellen diline, yabancı bir dilden geçme olduğunu A. Bailly kaydediyor. O anlamdaki Smyrna sözcüğünden türetilen,Hellen dilindeki Smyrinizo(Smyrna ile merhemlemek ) fiili, Markos İncilinin Hellen dilindeki metninde (15,3)geçiyor. Bürchner (RE Smyrna maddesi) İzmir kentinin en eski adı olarak ve Ephesos kentinin adlarından biri olarak "Smyrna" adının, o kentlerde tepki gören, Hellenleşme öncesi dönem kültürüne ait bir tanrıçanın , "Büyük Tanrıça" niteliğinde bir tanrıçanın adıyla bağlantılı olduğunu savunuyor. (s. 731 sonu)Sezgisinde çok haklıdır. Ancak Samorna, aynı tanrıça ile yani Smyrna'ya döndüğünü söylemesi yanlıştır. Samorna, aynı tanrıça ile yani Swa-Ma, Kutsal Ana ile bağlantılı olmakla birlikte,Arna sözcüğünü de içeren bir addır. )Smyrna ise aslında Smurna'dır ve S (wa) - M(a)- ur (a)- (wa) na , "Kutsal Yüce Ma Ülkesi" öğelerinden türetilmiştir.Bkz.Swa, Ma, Ura, Ura,mura,wana:karş. Myrina, Samardos, Satrote" (Bilge Umar, Türkiye'de Tarihsel Adlar, S:740, İnkilap kitabevi)